27 Temmuz 2013 Cumartesi

TBMM Araştırma Komisyonu'na Aktarılan Görüşlerden Çarpıcı Bölümler

TBMM bünyesinde kurulan Türk sporunda şiddet, şike, rüşvet ve haksız rekabet iddialarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan (10/63, 113, 138, 179, 228) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu'nun raporunu sizinle paylaşmıştım.

Bu yazıda şike, teşvik primi ve mafya ile ilgili dikkate çekici görüşlerin önemli bölümlerini derleyip paylaşıyorum.

Şike

Turgay DEMİREL (Basketbol Federasyonu Başkanı)
Galatasaray Kulübünün, Bayan Basketbol Takımının küme düşmesi nedeniyle Galatasaray Kulübü tarafından arandığını ve kendisinden küme düşmeyi kaldırmasını istediklerini, bunu yönetim kuruluna sunacağını ancak umuda kapılmamaları gerektiğini söylediğini, aynı tehlikenin erkek basketbol takımı için de söz konusu olduğunu, Galatasaray Kulübü Başkanı sayın Özhan CANAYDIN’ın kendisini aradığını ve “Erkek takımı da kötü gidiyor başkan buna şimdiden bir çare bul” dediğini, kendisinin de ligi 14 takımdan 16 takıma çıkardıklarını, ligin son iki takımı ile ikinci ligin üçüncü ve dördüncü takımlarının kendi aralarında yapacakları maçlarda ilk iki sırayı alanın birinci ligde mücadele edeceğini, Galatasaray’ın da bu dört takım arasından ilk iki sırayı alması gerektiğini söylediğini, bir takımın kendisine ileriye dönük olarak avantaj sağlamak amacıyla yaptığı şikenin ya da pozisyon almanın şike olarak nitelendirilemeyeceği, ancak bu durumun üçüncü takımların pozisyonlarını etkilemesi bakımından haksız rekabet olarak nitelendirilebileceğini,

Şekip MOSTUROĞLU (Futbol Federasyonu Başkan Vekili)
Federasyon olarak iddiaların üzerine gittiklerinde yetkilerinin belli bir noktada bittiğini, kulüplerin ve futbolcuların banka hesaplarının incelenemediğini, futbol camiası dışında kalan kişilerden bilgi ve belge alamadıklarını, kamuoyunda konuşulan hususların yetkili mercilerle paylaşılmadığını, kendilerine hukuka uygun bilgi ve belge gelmediği için şike kararının verilemediğini, İtalya, İspanya ve Fransa gibi ülkelerde banka kayıtları üzerinden kulüplerin ve futbolcuların hesaplarının ve mal varlıklarının araştırıldığını, bu operasyonları yapanların polis olduğunu federasyonlar olmadığını, somut delile dayandıkları için sonuca ulaşıldığını, bu nedenle de Avrupa Şampiyonu olan Marsilya’nın küme düşürüldüğünü, kayıtlı ekonomiye geçildikçe bu olayların çözülebileceğini düşündüğünü, UEFA’nın uyguladığı, bizde de geçen yıl uygulamaya konulan Kulüp Lisans Sisteminde kulüplerin mali yapılarının şeffaf hale getirildiğini, bu konuda sıkı bir denetim yapılırsa çok kolay sonuç alınabileceğini, yine soruşturmalar sırasında Federasyona destek olacak Emniyet içinde ya da Federasyonda görevli özel bir birimin kurulması gerektiğini, bugün FİFA’daki ihtilaflı dosyaların hemen hemen % 75’inin Türkiye ve Yunanistan’dan geldiğini, bu % 75’in % 40-45’inin de Türkiye’den geldiğini, bunun tamamensağlıksız ekonomik yapıdan kaynaklanan bir durum olduğunu, spordaki düzensizliğin temelinde yatan sebeplerin başında bu bozuk mali yapının olduğunu,”

Şenes ERZİK (Eski Futbol Federasyonu Başkanı, UEFA Asbaşkanı)
geçmişte Tahkim Kurulu’nun şike yoktur demiş olmasına rağmen dönemin Başbakanı Turgut ÖZAL’ın kendi ödeneklerinden Malatyaspora 4 milyar para verdiğini,

Haluk ULUSOY (Eski Futbol Federasyonu Başkanı)
şikeyle ilgili bir belge ortaya konulmadığını,

Mehmet Ali YILMAZ (Eski Trabzonspor Başkanı)
bu tür şeylerin olduğunu ve adına sonradan şike denildiğini, şikenin paralı da parasız da arkadaş olmakla ve saha içinde futbolcuya rica etmekle de gerçekleştiğini, bahis oyunlarının maksimum 25-30 bin dolarlık olması gerektiğini, bununla şike yapılamayacağını, ancak 5-10 trilyon ile yapılabileceğini, bizdeki programın gözden geçirilmesi gerektiğini, iddianın erken geldiğini ve kriterlerinin değiştirilmesi gerektiğini, 50 bin dolar maksimum ödeme ile şike yapılamayacağını, açıktan oynanmasının önlenebileceğini, eğer maç satılacaksa bunu hocanın da masörün de yapabileceğini, başkan olarak hiçbir zaman böyle şeyler yaşamadığını,

Ali ŞEN (Eski Fenerbahçe Başkanı)
Şikenin, hayatın her alanında olduğunu, şikeyi kimsenin ispat edemeyeceğini, (...) Türk futbolundaki şikenin diğer ülkelerinkinden daha fazla olmadığını, şikeyi ispat edecek hiçbir otorite olmadığını,

Yıldırım DEMİRÖREN (BJK Başkanı)
Şike ve teşvik primi gibi hususların şayia olarak var olduğunu, bu hususların geçmişe değil, geleceğe bakarak önlenebileceğini, kendisinin şike, teşvik primi gibi şeylerle karşılaşmadığını,

Ergun GÜRSOY (Galatasaray Asbaşkanı)
Türkiye’de şikenin olduğunu zannetmediğini, ancak bazı totocuların şike yapıyoruz diye bazı aptal yöneticileri kandırıp onlardan para aldıklarını, iş tutarsa ben yaptım, tutmazsa ne yapayım böyle oldu, dediklerini, bazı futbolcuların hatır şikesi yaptıklarını, ancak parayla takımlarını satmadıklarını, bu olayların önlenmesi için dirayetli hakim ve savcılara ihtiyaç olduğunu, veren belli alan belli iken neden bir şey yapılmadığını anlayamadığını,

Zafer KATRANCI (Denizlispor Kulübü Başkanı)
Şike olabileceğine şahsen inanmadığını,

Celal DOĞAN (Gaziantepspor Kulübü Başkanı)
(...) Türkiye’de herşeyin abartıldığını, futbolcular arasında maç esnasında fazla üzerimize gelmeyin şeklinde konuşmalar, yalvarmalar olduğunu duyduklarını, federasyona kanaat yetkisi verilirse önleme şansı olabileceğini, bunun için Anayasadaki idarenin hiçbir işlemi yargı denetimi dışında kalamaz hükmünün kaldırılabileceğini,

Selahattin AYDIN (Sakaryaspor Kulübü Başkanı)
Zaman zaman, birilerinin gelip “Başkan bu işi bağlayalım, siz bağlamazsanız rakip takım bağlayacak” gibi ifadelerle maç öncesi kendileri ile irtibata geçtiklerini, kendilerinin bu kişilere itibar etmediklerini,

İlhan CAVCAV (Gençlerbirliğispor Kulübü Başkanı)
Hiçbir kulüp yöneticisinin hiçbir futbolcusuna “gel kardeşim bu maçı ver” diyemeyeceğini, ancak geçmişte özellikle bazı yabancı futbolcuların para karşılığı maç sattıklarını öğrendiğini,

Veli SEZGİN (Akçaabat Sebatspor Kulübü Başkanı)
(...) hiçbir kulübün bir maça yenilmek için çıkmayacağını, buna ihtimal vermediğini, ancak futbolcuların maç esnasında hatır şikesi denilebilecek davranışlarda bulunabildiklerini, bu durumun yönetimin ve antrenörün bilgisi dışında geliştiğini,

Adnan SEZGİN (Eski İstanbulspor A.Ş. Başkanı)
Türkiye’de hiç kimsenin bir futbolcuya gelip “bu maçta yenileceksin” diyecek cesareti olduğunu sanmadığını, bir maçın satılmasının her şeyin satılması anlamına geleceğini,

Adnan DİNÇER (Teknik Direktör)
(...) hakem ve saha gözlemcisinin rahatlıkla şikeyi hissedebileceğini, 

Yılmaz VURAL (Teknik Direktör)
(...) TFF Başkanının “Ben başkan olarak, kimi şampiyon yapmak istersem onu yaparım, bu sistem buna müsaittir.” dediğini, bu demecin çok önemli olduğunu, esas düzeltilmesi gerekenin bu olduğunu, futbolun sosyal aktivitesini kaybetmek üzere olduğunu, çünkü insanların “Bu olay bitmiş, bu hakem bağlanmış” inancıyla baktıklarını, futbol dışında bağımsız birisinin ajan gibi, maçı takip ederek, kanaate bağlı karar verebilmesi gerektiğini, bunun içinde yasa olması gerektiğini, 

Samet AYBABA (Teknik Direktör)
Ülkemizdeki futbolcuların maddi açıdan belli bir düzeyi aşmış oyuncular olduklarını, Teknik Direktörün futbolculara arkadaşlar bu maça çıkın oynamayın diyemeyeceğini, eğer böyle söylerse, birkaç maç sonra futbolcunun da gelip başka bir talepte bulunabileceğini, böyle birşeyin olamayacağını,

Adil Serdar SAÇAN (Eski İstanbul Emniyet Müdürlüğü Şube Müdürü);
mutlaka ya hakem ya teknik direktör ya da kulüp yönetiminden birisinin olması gerektiğini, bir oyuncunun şike yaptığını teknik direktörün anlayabileceğini ve o oyuncuyu oyundan alabileceğini,

İbrahim KALI (Serbest Avukat)
Tahkim Kurulu’nun daha önce (2)’ye karşı (3) oyla şike kararını veren üyelerinden ikisinin (Prof. Alpaslan Işıklı ve Yargıtay Üyesi Uğur Tonik) tehditle değiştirildiğini, böylece daha önce Tahkim Kurulu’nca verilen şike kararının değiştirilerek iptal edildiğini, (...) Statü gereği şike yapan iki kulübün küme düşürülmesi gerekirken bu kulüplerin bulundukları illerin milletvekillerinin kongre arifesinde Tahkim Kurulu’nun verdiği şike kararının Futbol Federasyonu tarafından tatbik edilmesini önlediklerini, bu konuyla Cumhurbaşkanı Turgut Özal ve Başbakan Süleyman Demirel’in de çözüm için ilgilendiklerini, bunun üzerine Yargıtay’a başvurduklarını ve Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesinin dosyayı esastan incelediğini ve Tahkim Kurulu’nun şike yapılmadığına ilişkin ikinci kararını iade-i muhakeme şartlarının oluşmamış olduğunu tespit ederek bozduğunu, ancak bu olayların üzerinden 1 yıl geçtiğini, kararın uygulanabilirliğinin kalmadığını, Futbol Federasyonu’nun Malatyaspor’un mağduriyetini gidermek için 4 milyar TL yardımda bulunduğunu, hatır şikesinin Türkiye’de yoğun olarak yapıldığını, hatır şikesini ancak hatırlı kişilerin yapabileceğini, milletvekillerinin, valilerin, şehrin belediye başkanlarının bu işe dahil olduklarını, kulüp yöneticilerinin milletvekillerine “bize şu hakemi tayin ettir” diyebildiklerini, milletvekillerinin bir gecede nasıl hakem değiştirdiklerini çok duyduğunu ve bu milletvekillerinin bu durumu bir övünç kaynağı olarak anlattıklarını,

Dr. Ahmet ÇAKAR (Eski Hakem)
Türkiye’de hakemlerin psikolojik baskı altında olmadığını,

Sadık İLHAN (Eski Hakem)
Futbolda şikenin sigara dumanı gibi olduğunu, herkesin görebileceğini ama yakalayamayacağını,

Ertuğrul DİLEK (Eski Hakem)
Hakem camiasında şike yapıldığına inanmadığını, hakem, temsilci ve gözlemci, ayrı ayrı kuruluşlardan, ayrı ayrı ve birbirinden bağımsız, habersiz olarak seçilirse şikenin olmayacağını,

Teşvik Primi

Abdullah KİĞILI (Eski Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı)
Teşvik denildiğini, şike denildiğini, ancak sayın İlhan Cavcav’ın da çıkıp “gayet normal, yapılır” dediğini, buna kimsenin mani olamayacağını, kendisinin iki futbolcu satın alması halinde kimsenin ruhunun dahi duyamayacağını, bu işin delilinin bulunamayacağını, (...) şike ve teşvik priminin bütün futbol kamuoyu tarafından kanıksanıp doğal karşılanır hale geldiğini, bu durumun önleneceği konusunda da bir umutsuzluk olduğunu,

Haluk ULUSOY (Eski Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı)
teşvik ve şike konusunda ellerinde bir belge olmadığı için, bu konuda karar veremediklerini, 

Ali ŞEN (Eski Fenerbahçespor Kulübü Başkanı)
Teşvik primini verenin çok günahkar olmayabileceğini, ama alanın çok günahkar olduğunu, çünkü adamın zaten o işi yapmak için para aldığını, teşvik primini veren değil belki ama alanın çok büyük bir onursuzluk yapmış olacağını,

Aziz YILDIRIM (Fenerbahçespor Kulübü Başkanı)
2004 Mart ayında Sayın Bakanın da katıldığı bir toplantıda teşvik primlerinin serbest olmasının istenildiğini,

Yılmaz VURAL (Teknik Direktör)
Teşvik primi olduğunu, teşvik priminin, teknik kadro ve yöneticiler dışında, sporculara teklif edildiğini, bunu önlemenin mümkün olmadığını,

Ersun YANAL (Milli Takımlar Teknik Direktörü)
kendisine husumet duyanların adını bu tür olaylara karıştırdıklarını,hayatı boyunca teşvik primi verildiğine ve dağıtıldığına şahit olmadığını, kendisi hakkında hoş olmayan söylemelerde bulunan Cafer AYDIN’ı, Ankaragücünü çalıştırırken bir iki defa antrenmandan attığını, Gençlerbirliğini çalıştırırken de kadro dışı bıraktığını, bundan dolayı aralarında bir husumet olduğunu, Cafer AYDIN’ın kendisiyle ilgili olumsuz beyanlarının bundan kaynaklandığını,

Serhat ULUEREN (Telegol Programı Yapımcısı)
Ankaragücünün eski oyuncusu Cafer AYDIN’ın 21 Kasım saat 20:00’de kendisini arayarak, “Türkiye’de teşvik primi mi arıyorsunuz? İlk önce gideceğiniz kişi Ersun YANAL’dır.”dediğini, Cafer AYDIN’ın daha sonraki konuşmalarında ise kendisine 13 Mayıs 2001 tarihinde oynanan Galatasaray-Ankaragücü maçından bir hafta sonra para geldiğini, paranın kimden gelip kimler tarafından nasıl dağıtıldığını bildiğini, ancak canlı yayında açıklayacağını söylediğini, kendisinin de bunları kaydederek yayınladığını, daha sonra aldığı istihbarata göre, Ankaragücüne 500 bin dolar para geldiğini, paranın Ersun Hocanın evinde beklediğini, futbolcuların paylarının maçtan 10 gün sonra dağıtıldığını, personelin payına düşen kısmın ise 1,5 ay boyunca Ersun Hocanın evinde bekletildiğini,

Cafer AYDIN (Futbolcu)
Telegol programında, Galatasaray maçından sonra kendilerine, bir zarfın içinde prim verildiğini söylediğini, bu parayı kulübün mü verdiğini yoksa dışarıdan mı geldiğini bilmediğini, esasen Türkiye’de teşvik primi olduğuna inandığını, dört büyüklerin zaman zaman teşvik primi verdiklerini, geçmiş yıllarda, iyi oynaması için aracıların kendisine para teklif ettiğini, ancak bunu reddettiğini, teşvik priminin önlenmesi için futbolcuların alacaklarını zamanında ve tam olarak almalarının gerektiğini, sözleşmelerin gerçek rakamlar üzerinden yapılmasının şart olduğunu,

Aslan GÜLSOY (Ankaragücüspor Kulübü Müdürü)
Teşvik primi konusunda bir şey duymadığını ve görmediğini,

Ercan ÖZER (Ankaragücüspor Kulübü Personeli)
Teşvik primi konusunda bir şey duymadığını ve görmediğini,

Ahmet ÇAKAR (Eski hakem)
(...) Ersun Yanal’ın evinde teşvik primi alan futbolcuların imzalı kağıdının olduğunu, para dağıtımı esnasında hangi futbolcunun ne kadar para aldığına dair imzalı belge olduğunu, Ersun Yanal’a sorulduğunda belki o belgeyi yakacağını ya da yok diyeceğini, 

Erman TOROĞLU (Eski hakem)
Kendi duyumlarına göre, en son teşvik iddiasında teşvik olduğunu, yani Ankaragücüne para geldiğini, Milli Takım Teknik Direktörü Ersun YANAL’ın bu işin ne kadar içinde olduğunu bilmediğini, olayda teşvik primini gönderenden hiç bahsedilmemesini hayretle karşıladığını, teşvik primini gönderenin Aziz Yıldırım olduğunun söylendiğini, bunun gibi Türkiye’de olan her çapta, 1. 2. 3. lig ve amatör kümelerde bu olayların yaşandığını, teşvik primi genel olarak maça çıkarken futbolculara geldiğini, olaydan haberi olan futbolcuların takım arkadaşlarına, arkadaşlar mal geldi yatıyor diyerek, maça çıkıp oynadıklarını, maç bitiminde paranın elden dağıtıldığını, aldıkları paradan herkesin masöre, malzemeciye de verdiğini, sistemin bu olduğunu, kulüp yönetiminin bu olaydan haberinin olamayacağını,eğer olursa paranın yarısına yönetimin el koyacağını, şike ve teşvik konusunda kanaate dayalı karar verilebilmesi gerektiğini, hakemin, gözlemcinin ve temsilcilerin aynı yönde karar vermeleri durumunda şike veya teşvik yapılmıştır kararının verilebilmesi gerektiğini,

Mutlu ÇELİK (Eski hakem)
Türkiye’de teşvik priminin olduğunu, yenmek için verilen teşvik primine karşı olmadığını, Teşvik priminin önüne geçebilmek için öncelikle futbolcu alacaklarının muntazam olarak ödenmesi gerektiğini,

Tolgay KARAGÖZ (İstanbulspor A.Ş. Personeli)
İstanbulsporda muhasebe elemanı olarak 4 yıldır görev yaptığını, resmi olarak 1.2.2003 tarihinden itibaren çalışmaya başladığını, Finansman müdürü İlksen Sözer’in talimatıyla Fenerbahçe Kulübü’nden 7.10.2003 tarihinde makbuz karşılığı 50 ve 150 milyar TL olmak üzere toplam 200 milyar TL para tahsil ettiğini, bu paranın daha sonra dağılımının yapıldığını, kendisinin o sene itibarıyla tek tek not aldığını, 7 Ekim Salı günü 150 milyar liranın 65 milyarının Ataköy tesislerine bırakılacağının söylendiğini, 65 milyar lirasının futbolculara verildiğini, Aykut Kocaman’a 21 milyar verilecek ve kasaya 64 milyar bırakılacak diye not aldığını, İstanbulspordan Adanaspora makbuz karşılığında 20 bin dolar ödendiğini, ancak neye istinaden ödendiği konusunda bilgisinin olmadığını,

Ateş SALCIOĞLU (İstanbulspor A.Ş. Personeli)
(...) Petkov’un transferinden gelen 600 milyarı Adnan Sezgin’e sorduğunu, ancak Adnan Sezgin’in kendisine “bu senin şu anda görevin değil sen kendi işinle ilgilen” dediğini, normalde bu paranın alınması ve dağıtılması ile ilgili makbuzların kendisine gelmesi gerektiğini, ancak kendisine böyle bir paranın ve makbuzun gelmediğini,

Adnan SEZGİN (Eski İstanbulspor A.Ş. Başkanı)
(...) kendilerinin de zaten fazla olan vergi yüküne bir vergi yükü daha katmamak için kulübe satış yerine Petkov’a 600 milyar lirayı getir seri seni serbest bırakalım dediklerini, nitekim bu parayı Petkov adına Fenerbahçe Kulübü’nden aldıklarını ve TMSF raporlarında ve makbuzlarda görüleceği üzere 601 milyar lira olarak futbolculara çeşitli tarihlerde dağıttıklarını, muhasebe kaydının olmaması nedeniyle Devletin bir kaybı olduğunu sanmadığını, çünkü kulüplerin kurumlar vergisinden muaf olduklarını, ayrıca bir fatura kesme zorunluluğu olsaydı (ki bugün hala kesilmesinin mümkün olduğunu) neden TMSF’nin kesmediğini, demek ki fatura kesmek zorunda olmadıklarını, Fenerbahçe Spor Kulübü’nden 600 milyar lirayı Petkov adına imza atarak bir keresinde kendisi ve şoförünün iki keresinde de muhasebe elemanları İlksen hanım ile Tolgay bey’in aldığını,
Teşvik priminden hiç kimsenin haberinin olmayacağını ve teşvik priminin belgesinin de olmayacağını açıklıkla ifade edebileceğini, 

İlksen SÖZER (İstanbulspor A.Ş. Finans Sorumlusu)
(...) Petkov’un transferi ile ilgili olarak Fenerbahçe Spor Kulübü’nden alınan 600 milyarın 50 milyarlık kısmını Fenerbahçe Spor Kulübü’nde görevli bir arkadaştan aldığını ve şirkete getirdiğini, onun dışındaki diğer paraların Adnan Bey, Tolgay Bey ve Ahmet Coşkun’un şirkete getirdiklerini, bu paralar ile ilgili olarak herhangi bir fatura ya da ödeme makbuzu düzenlenmediğini, bu parayı ne yapacağız diye Adnan Bey’e sorduğunda Adnan Bey’in futbolculara dağıtılacağını ifade ederek “Makbuzları saklayacağız kasada, daha sonra müşavirler bizi yönlendirecek ne şekilde gireceğimizi, çünkü Petkov’un serbest kalmasına karşılık kendi ödediği bir para bu şirkete, yani; halen İstanbulsporda sözleşmesi devam ettiğinden dolayı, başka bir takıma geçebilmesi için-bunlar daha teknik konular tabi-serbest kalması gerekiyor; o yüzden, bu parayı Petkov adına alıyoruz biz, işlemi daha farklı olacak” dediğini, bu parayı Ağustos 2003’den itibaren 5-6 ya da 7 taksitte aldıklarını, istenirse bunun dökümünü çıkarabileceklerini, gelen paralar ile ilgili değil, gelen paraların futbolculara veya ödeme yapılan diğer yerlere ilişkin makbuzlarının ellerinde olduğunu, TMSF yetkililerine de ilk gün “bizim böyle böyle bir olayımız var, bunlar girilmeyen para ve ödenen makbuzlar, bunun işlemi yapılacak” diyerek yetkililere tutanak karşılığında teslim ettiklerini, futbolculara dağıtılan paraların makbuzlarının fotokopileri ve listesini ve tutanağını TMSF yetkililerine ilk geldikleri gün teslim ettiklerini, havuzdan gelecek paradan önce yükü çok fazla olan vergileri ödediklerini ve ayarlamaya çalıştıklarını, kalan parayı futbolcu ödemeleri ve diğer ihtiyaçlar için kullandıklarını, bir sezonda ödedikleri para miktarının 3,5 trilyon civarında olduğunu,

Alpay ŞAR (Bursaspor Kulübü Genel Sekreteri)
(...) FF Başkan Vekili Ata AKSU’nun dönemin Bursaspor Kulüp Başkanı Fikret ÜSTENCE’ye “siz o maçı unutun” dediğini, bu maçın devre arasında maçı terk eden Rizespor Teknik Direktörü Yılmaz VURAL’ın konuşturulmadığını, Karadeniz kulüpleri arasında ciddi bir dayanışma olduğunu, yine dönemin Diyarbakırspor Teknik Direktörü Ümit Kayıhan’dan Elazığ-Diyarbakır maçında 0-0 devam eden maçın devre arasında Diyarbakır kulüp başkanının soyunma odasına giderek kendi futbolcularına “eğer bu maçı kaybetmezseniz maç sonunda kendimi öldüreceğim” diyerek kafasına silah dayadığını duyduğunu,

Denizli Belediyespor Kulübü Başkanlığı
(...) rakibini yenmesi için verilen teşvik priminin suç olmaması gerektiği ifade edilmiştir.

MAFYA

Erman TOROĞLU (Eski hakem)
“Türkiye’de her yerde mafya var, sporda niye olmasın. Sporda epey para var ya, nasıl olmaz mafya. Paranın olduğu yerde mafya vardır. Bu, eşyanın tabiatına aykırıdır.
Federasyon Başkanlığı seçimlerinde mafya liderlerinin adamları, Genel Kurul salonlarına kadar geldiler, otellere kadar geldiler. Devletten de kimse kardeş burada ne geziyorsun demedi...”

Ahmet ÇAKAR (Eski hakem)
“(...) Kim kimin adamı olduğu belli olacak kadar mizahî bir durum. Bir kısmının belinde silah görüyorum, bir kısmı bana silah gösteriyor. O zaman daha deliydim, sen ne yapıyorsun, silah gösteriyorsun dedim. Yanında daha tecrübeli bir ağabeyi onu aldı, götürdü. Alışık değiliz böyle silah işlerine filan. O zaman zaten, 1997-1998’den itibaren bu federasyon seçimlerinde, mafyanın bu işin içine birebir girdiğini... Bakın, esasında birebir girmedi, birebir girdirildi, çekildi. Onlardan yardım istendiğini düşünüyorum. Yani, Sheraton Otelinde bütün başkan adayları...Türk Futbolunda kirlilik vardır. Az öncede dediniz dünya futbolu UEFA Türk Futboluna güvenmiyor. 
1997’de de şöyle oldu: Bir maçta bir grup yayın için kapışıyorlardı hatırladığım kadarıyla. Dolayısıyla, bir televizyon grubu bir başkan adayını destekledi, bir başka televizyon grubu bir başka başkan adayını destekledi, otomatikman mafya da bu işe bulaştı. Böyle, gayet sıhhi olmayan, sapık bir tablo ortaya çıktı. Ondan sonraki seçimlerde ben fazla oy kullanmadım; çünkü, gelmedim Ankara’ya. Ama, bilirim ki, her federasyon seçimlerinde, özellikle 1997’den sonra, mafya elemanlarının bu işe seçim kanalıyla bulaştıklarını veya bulaştırıldıklarını, talep üzerine geldiklerini biliyorum, duydum. 1997 seçimlerinde ben birebir çocukları gördüm, silahlı şekilde Sheraton Otelinde cirit atıyorlardı. Siz deyin 50 kişi, ben deyim 100 kişi dolaşıyorlardı içeride ve kimse de, onlara, kardeşim sen nasıl girdin, buraya silahla nasıl girersin diyemedi. Nasıl otel yönetimidir bu?!
Çok önemli bir şey söyleyeyim; Haluk Ulusoy’un hakkını yemeyelim. Çok önemli bir şey söylemek istiyorum, bu Türk basınında yanlış speküle edildi. Herkes diyor ya, Haluk Ulusoy’u mafya seçti diye, yanlış, tam tersi, Haluk Ulusoy mafyaya karşı seçildi. Mafya başka bir grubu desteklerken, helal olsun, Haluk’u çok eleştiren bir adamım, o konuda hakkını vereyim Haluk’a. Haluk, mafyada silahlı adamlara karşı 1997’de girdi ve seçildi. Haluk mafyaya karşı seçildi, Haluk’u mafya seçmedi, tam tersi. Bu çok önemli. Haluk’un hakkını yemeyelim. Haluk’a ben çok vurdum, televizyonda çok eleştirdim; ama, bu konuda hakkını yemeyelim.
Söylüyorum zaten, Avrupa’nın ve dünyanın Türk liglerine bakış açısı, Avrupa’nın kirli 5 liginden biridir...

Sabri ÇELİK (Eski MHK Başkanı)
“Teşvik priminde, şikede, dopingde hepsi var dedim. Mafya da işin içinde dedim. En son söylediklerinize yine katılıyorum. Ligin sonuna doğru bunlar artacaktır. Bunların yakalanma olayı, tabiî ki, devletimize düşüyor. Eğer bir ispatı varsa bunun ancak ve ancak devlet gücü çözebilir diye düşünüyorum. Bunu kişiler nasıl çözsünler? Bir şike yapılacaksa, bir teklif yapıldıysa bu teklifi yapanın da, alanın da söylemesi lazım. Bunu söylemedikten sonra kimsenin bir şey yapması mümkün değil. Teşvik primini verenin de, alanın da söylemesi lazım. Bunun günü gününe olması lazım. Bir hafta sonra söyledikten sonra bunun kıymeti yok...”

Hıncal ULUÇ ( Gazeteci-Yazar)
Bu konudaki ihbarlar, olaylar Devlet Güvenlik Mahkemesine ulaştı. Devlet Güvenlik Mahkemesi soruşturma açtı. Devlet Güvenlik Mahkemesi başsavcısı benim çok yakın ahbabım, sık sık konuşuyoruz. Bana söylediği şu oldu aylar sonra: Hıncal, yapılacak hiçbir şey yok; çünkü, hiç kimse hiçbir şey konuşmuyor.
Düşünebiliyor musunuz ki, Devlet Güvenlik Mahkemesine dahi güvenip, insanlar, bildiklerini açıklayamadılar. Neden; çünkü, işin içinde mafya var. Mafyanın olması demek, yarın ne olacağın belli değil demek. Mafyanın vurduğu adamlardan biri olarak karşınızda oturuyorum. Mafyanın saldırdığı, yumrukladığı, dövdüğü adamlardan biri olarak oturuyorum karşınızda...”

Yıldırım DEMİRÖREN (BJK Başkanı)
“Şimdi, sporun içinde mafyanın olması için mafyanın gelip birebir bir hareket yapması lazım; ama, kulüplerin genel kurul üyelerine bakarsanız bu kişiler vardır, o farklı bir şey. Bunlar büyük kulüplerde olmaz; yani, diğer kulüpleri bilmiyorum; ama, büyük kulübe gelip de kimse oyuncuyu veya başkanı veya yönetim kurulunu mafya tarifiyle tehdit etme veya yönlendirme...”

Haluk ULUSOY (Eski TFF Başkanı)
“(...) İnsanlar çok çabuk unuttu her şeyi. Ben seçime girdim; Sheretonda, affedersiniz, insanlar tuvalete bile gidemiyordu"

Hadi TÜRKMEN (Gazeteci)
(...) Ali Şen Beye gittiğimde, Ali Şen Başkanın, bir gün evvelki düşüncesini değiştirdiğini gördüm ve “böyle bir pis işe girme “dedi bana.
(...)
Sonuçta, o gün genel kurul Ankara’da yapılıyor. Shareton Otelinde çalışmalar, kulisler yapılıyor. Kulislerde, otelde sayın milletvekillerimiz, sayın bakanlarımız kendilerine göre bir adayı destekliyorlar. (...) o günkü şartlara göre yeraltı dünyasının önemli isimleri otelde üslenmişler. ….Hiç kimse de bir şey demedi; ama, salona o gün delege olmayanların dışında kimseyi almadılar; çünkü, daha evvelki kongrelerde delege olmayanların baskısı ve presiyle farklı genel kurul başkanı, divan başkanı seçiminde etkiler olmuştu. Bu seferde olmadı; ama, duyduğumuz bilgiler doğruysa, o gün, o sabah veya o akşam otelin içinde, otelin dışında ve kongre salonu önüne ciplerle gelen birtakım insanlar, o yeraltı dünyasındakilerin salona sokulmadığı konusunda gelen beyanlar oldu.
Kongre bittikten sonra, faaliyetler başladı. Yaklaşık -tarih yanlışlığı yapabilirim- bir ay veya bir ay on gün gibi bir süreç sonunda başkanvekillerimizden Sayın Mete Kılıç istifa etti. İstifasının nedenini, yani, şu ana kadar ciddî bir şekilde ortaya koymuş vaziyette değil. Ondan evvel Özkan Olcay Bey, o da kısa bir süre görev üstlendi, o da istifa etti. İstifa ettiği dönemde sadece tehdit aldığını ifade etmesine rağmen pek ilgi gösterilmediği için de kendisinin bu söyledikleri orada kaldı. Kendisi de ondan sonrasında zaten beyanatlarında bu konuyu pek dile getirdiği yoktur. Orası muallakta kalmış bir sayfa olarak kaldı.
(...)
Aziz Yılmaz. Vakıfta görüştüm kendisiyle. Dedi ki: “Senin Alaattin Çakıcı’yla ne gibi bir sorunun var?” Dedim, hiçbir sorunum yok, tanımam etmem, işle ilgili bir sorunum yok, ahlakî bir meselem yok, başka bir konumuz yok. Dedi ki: “Böyle böyle, senin Federasyondan bir hafta içinde ayrılmanı istiyor.” Niçin, gerekçesi neymiş? Vallahi bilmiyorum falan dedi. Onun üzerine, ben dedim ki, gerekçesi olmayan bir şeyden dolayı, Federasyonla ilgili bir şeyse, onu bilmem lazım dedim. Neticede, o da bana -eski Beşiktaşlılardan Coşkun vardır-. bir Coşkunla konuşsan gibi bir laf etti. Sonra, ben, bu durumu, tabiî ki, Federasyonla ilgili bir yaptırım konusu geldiği için, Sayın Başkan Haluk Ulusoy’a bilgi verdim. O da şaşırdı, garipsedi, Ergun Gürsoy’u aradı. Ergun Gürsoy da “ben de böyle bir şey duydum, sorarım, bilgi alırım” dedi. Neyse, sonuçta, Ergun Bey geriye dönmedi.
(...) bu arada günde 20 defa tehdit telefonları bana devam ediyor işte, istifa etmemle ilgili. Alaattin Çakıcı menşeli ifadelerle.
Federasyondan ayrılmadığım takdirde, işte çoluk çocuğumu, seni öldüreceğim vesaire gibi şeyler. Bunlar zaten, DGM İstanbul 2000-2003 sayılı dosyasında hepsi bunların var...”

Ecevit KILIÇ (Gazeteci)
“Bizim futbol tarihimiz mafya ile birebir ilintili, çok denk gelişiyor. (...) İşte devlet yetkilileriyle rahat iletişim kurabildiler, spor dünyasıyla rahat iletişim kurabildiler, bu noktada artık çay bahçelerine artık ihtiyaçları kalmadı bu adamların. Ne yaptılar rahat rahat gezinmeye başladılar. Adamlarını 5 yıldızlı otellerde sakladılar. Büyük depolar kiraladılar, uyuşturucu için, silah için. Bu noktada futboldan ellerini çektiler, bir önceki kabadayıların aksine. Ama, bu kez futbol kulüpleri maddi sıkıntı çekmeye başlayınca, mafya liderlerine kendileri gittiler. Yani, baba dediğimiz figüranlara gittiler. Bunların birçoğu da kendi memleket takımlarının başına geldiler. Mesela, o dönem kabadayılarından iki örnek verirsek, Dündar Kılıç, Sarıyersporun başkanlığını yaptı, bizzat kulübün daveti üzerine gitti. Tek amaç, kulübe para girsin. Zaten, yeteri kadar açıklayıcı bir örnek. İkincisi, o dönemin uyuşturucu kaçakçılarından Behçet Cantürk, kendi memleketinin Licesporun başkanlığını yaptı, ama, aktif bir başkanlık değildi, sadece para akışı için yapılan bir şeydi.
İşte, ardından bu imaj, büyük bir endüstri haline geldi. Somut örnekleri bu dönemde, Malatyaspor bunun en büyük örneği. Nurettin Güven, Malatyaspor Başkanlığı yaptı. Metin Çağlayan Malatyaspor Başkanlığı yaptı, Turan Çevik, bunlar hepsi, özellikle, Turan Çevik Türkiye’nin en büyük hayali ihracatçısı. İkinci Türk Escobar’ı deniyor ona. Dünyanın en büyük hayali ihracatçısı. Malatyaspora büyük futbolcular getirdi, o dönemde, Brezilya Milli Takımından Carlos gibi ünlü isimleri getirdi.
Yani, bu hem Ali Fevzi Bir dosyasında hem Kelebek dosyasında -dediğiniz gibi- ortaya çıktı. Şunu net söylüyorum: Bahis olayında da direkt aynı isimler var, dediğimiz mafya liderleri var. Başka isimler tarafından değil, bu iş de gene aynı mafya liderleri tarafından idare ediliyor...”

Tuncay ÖZKAN (Gazeteci)
“(...) Bizdeki mafya olgusu, iktidarların, daha doğrusu Türkiye’yi yönetenlerin birlikte hareket etmek istedikleri bir olgudur. Mafya, merkezde paydaş, taşrada güç sahiplerinin sopasıdır. Sopası olduğu için de, spor kulüplerine gider bakarsınız, bunları görürsünüz. Örneğin spor kulüplerinde bir koltukta emniyet müdürü, bir koltukta mafya babası, bir koltukta şirket sahibi hep beraber otururlar, siyasetçi, bürokrat...
Mafyanın iki tane şeye ihtiyacı vardır. Biri illegal yoldan elde ettiği karaparayı çevirmek. İkincisi de, legalizasyon, yani, kendine kimlik kartı elde etmek. Bu her ikisi... Türkiye’de spor pastası bu sene zannediyorum 500 milyon dolar falan. Bu pasta büyük bir pasta. Bu pastanın içinden pay almak, bu pastanın içerisinde yer almak önemli bir şey.
Bir de buraya girdiğiniz zaman, bir mafya üyesi olarak bunun içinde yer aldığınızda, dışarıdan elde ettiğiniz karaparayı, haraç, çek-senet tahsilatı, adam öldürme ve diğer yollarla, uyuşturucu kaçakçılığı, kadın ticareti gibi yollarla elde ettiğiniz parayı burada rahat saklayabiliyorsunuz, legalize edebiliyorsunuz..
Ekipler oluşmuş, o çıkar ilişkisi, aynen o mafyayla bütünleşen çıkar ilişkisi medyayla da bütünleşmiş. Medya bunun uzağında değil. Spor medyası bu tuzağın içine düşmüş...”

Ergün GÜRSOY (GS Asbaşkanı)
“Bizimle bir alakası yok. Yalnız ben size şunu söyleyeyim. Ben, onsekiz yirmi seneden beri İstanbul’da Trabzonluların dernek başkanlığını yapıyorum. Alaattin Çakıcı, benim köylümdür. Ben, bütün Karadenizli, Trabzonluların, kabadayısının da, hâkiminin de, rektörünün de, doktorunun da başkanıyım. (...) Bizde, memleketimizden gelen hastaydı, öğrenciydi, kim gelirse gelsin, hapisten yeni çıkmış, hapse yeni girmiş, hapisteyken bizi aradıkları zaman, biz hepsiyle görüşürüz. Ben, başkan olarak, o yörenin adamı benim için ne yaparsa yapsın insan olarak düşünürüm. Beni aradığı zaman da cevap veririm, konuşurum. Bunu da açık açık söylemem de bir mahzur görmüyorum. O benim yöremin bir insanı, komşum. Dolayısıyla, beni aramıştır, konuşmuştur; ama, bizim Galatasarayın hiçbir işine, hiçbir mafya karışmışlığı yoktur, olmamıştır. Bizim de ne üyemizdir ne bir şeyimizdir. Galatasaray sempatizanı olduğu söyleniyor; onu bir şey diyemem. Bilmem sizi tatmin etti mi?..”

Adil SERDAR SAÇAN (Eski İstanbul Emniyet Müdürlüğü Şube Müdürü)
“Başka türlü mafya oluşumundan söz edemezsiniz efendim. Kulüp başkanları gidip yurtdışında mafya üyelerini ziyaret etme gereği duyuyor; yani, olmadık işler Türkiye’de oluyor; ama, bunların çözüme kavuşabilmesi için, mafyayla mücadele edebilmek için temel unsur, şu milletin üzerindeki korkuyu atıp şikâyetçi yapabilmek; ama, hiç kimseyi şikâyetçi yapamıyoruz, hiç kimseyi konuşturamıyoruz.
Mafyanın omerta kuralı vardır efendim İtalya’da, suskunluk yasası. Omerta kuralı Türkiye’de sonuna kadar işleyen bir kural.  Futbolda da omerta kuralı uygulanıyor.
Türk mafyasının tarzında çiçekle bekleyip kamufle olmak diye bir şey yoktur; çünkü, sokakta çiçekle bekleyen erkek, Türkiye’de, her zaman, ne oluyor, bu adam kimdir diye bakılan adamdır...”

İsmail UYANIK (Samsunspor Başkanı)
“Dönem dönem bunlar hamleler yapıyorlar Türkiye’deki gidişata göre. Devletin, hükümetin bu insanlara ne kadar yol verip, vermemesine.... (...) birinci lig kulüplerimizin yönetim kurulu listelerinde başkanlıklarda as başkanlıklarda adı mafya liderlikleriyle aynı aileden olan, soyadda olan birçok insanı görebiliyoruz çok açık bir şekilde. (...) Herkes birtakım şeylerin arkasında işte biz mafyadan korktuk, bıraktık. Biz mafyadan korktuk, federasyon başkanlığını üç ay sonra bıraktık. Madem korkacaktın niye çıktın oraya? Madem yüzme bilmiyordun, niye ağaca çıktın yani; ne işin vardı orada? Seni kimse zorla hakem yapmadı, zorla federasyon başkanı yapmadı, madem korktun... O zaman sen, normal bir ticaret hayatında bile insanlar bir araya gelmek için bir sürü gerektiği zaman birilerinin ayağına basıyorsunuz ve onlara karşı sağlam durmak zorundasınız. Sokakta da mafya var, değnekçiler mafyası da var. Türkiye’de yaşıyoruz yani. Türkiye’de bir yerlere geldiğiniz zaman ilk defa ayı keşfetmiş gibi, aaa bunlar vardı ben burada durmuyorum, gidiyorum diyemezsinizBunu şunun için söylüyorum, burada bizden evvel ifade veren, iki aylığına, üç aylığına federasyon yönetmiş insanlar var. Onlara atıfta bulunmak için söylüyorum. Mafya girmek ister; ama, mafyanın girmek istemesi sizin de aman biz ailemiz var, çoluk çocuğumuz var deyip, buyurun geçin demenizi gerektirmez anlamında söylüyorum efendim...”

Celal DOĞAN (Gaziantepspor Başkanı)
“Hiç görmedim. (...)"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder