Şöyle dedi:
“Şike iddiaları beni ve arkadaşlarımı 100 yıldır süren Atatürkçü yoldan çevirmekten başka bir şey değil. Fenerbahçe Atatürk’ü ve Türk gençliğini sembolize eder.”
* * *
Aziz Yıldırım’ın eski statükonun yıkıldığını, yeni bir statükonun kurulduğunu bilmeyecek kadar saf biri olduğuna zerre kadar ihtimal vermem.
İşte bu nedenle...
Savunmasında “Atatürk vurgusu” yapmasını fazlasıyla cesur, fazlasıyla kahramanca, fazlasıyla yiğitçe buldum.
* * *
Neden mi?
Şundan dolayı:
Eski statüko döneminde “Atatürk vurgusu”, kurtarıcı bir rol oynardı.
Suçlama ne olursa olsun suçlanan kişi “Ben Atatürkçüyüm” dedi mi, işi bitirirdi.
Oysa bugün sözü Atatürk’e getirmenin herhangi bir kurtarıcı tarafı kalmadı.
Ne kurtarıcılığı!
Sözü Atatürk’e getiren, durumu kendi açısından daha da zora sokmuş oluyor.
* * *
Geçmişte her türden ithamdan yırtmak isteyenler, “Atatürk vurgusu”na sığınırdı.
Oysa bugün her türden ithamdan yırtmak için şu türden savunma cümlelerine ihtiyaç var:
- Küçükken Kuran’ı hatmetmiştim...
- Hocaefendi ile geçmişte çok diyalogum oldu.
- Gençken MSP’li gençlerle takılırdım.
- Eniştem Süleymancı idi...
- Bu hükümet çok büyük hizmetler yaptı.
- Necip Fazıl’ın Sakarya Türküsü’nü ezbere bilirim.
* * *
Aziz Yıldırım bunların hiçbirine tenezzül etmedi.
Yavşamak yerine düzene başkaldırmayı tercih etti.
Bu açıdan...
Aziz Yıldırım’ın 2012 Türkiye’sinde “Atatürkçüyüm” diye haykırması, Deniz Gezmiş’in 70’lerin başındaki konjonktürde mahkemede “Tek yol devrim” diye bağırması gibi bir şeydir.
* Peki ya hem Fenerbahçeli, hem AK Partili ve de hem de cemaat mensubu olan bir vatandaşımızın durumu? Bu vatandaşımız bugünlerde kendisini fazlasıyla şirazesinden kopuk hissediyor mudur acaba?
BAŞBAKAN’a ömür biçilmiş.
Taraf gazetesi de bunu haber yapmış.
Fakat bir bakıyoruz:
Tepkiler ömür biçenlere değil, bunu haber yapan gazeteye yöneliyor. Ömrü biçen Taraf gazetesi değil ki... Başkaları biçmiş, onlar da haber yapmışlar. Ne yani? Yapmasalar mıydı? Üstelik ömür biçenler, Amerikan istihbaratçıları... Bunu görmezden mi gelseydiler?
Neden tepki olayın kaynağına değil de olayı haber yapan gazeteye yöneliyor?
İkinci olay:
Habertürk gazetesi, Aziz Yıldırım’ın emniyette çekilen gözaltı fotoğrafı da olan bir haber nedeniyle Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nden ödül almış. Gazete hedefte... Cemiyet de hedefte... Ne yani? O fotoğrafı basmasalar mıydı? Aziz Bey’e ayıp olur falan mı deselerdi? O fotoğrafı gazeteye ulaştıranlarla değil de gazeteyle uğraşmak da neyin nesi? Eğer mesele “Aziz Yıldırım’a yapılan haksızlıklar” meselesi ise Habertürk o konuda en arkada kalır. Haksızlık yapan esas mercileri bırakıp Habertürk’ü hedef almak da ne oluyor?
Ayrıca Fenerbahçe yönetiminin, Habertürk muhabirlerinin Fenerbahçe Stadı’na girişini yasaklamaları falan da neyin nesidir?
Gazeteler ve gazeteciler bir zamanlar burunlarından kıl aldırmazlardı.
Bu ifrattı.
Ama artık önüne gelen gazetelere ve gazetecilere ağız burun girişiyor.
Bu da tefrittir.
İkisinin ortası bulunmalı.
BİR Fenerbahçe taraftarı olan Başbakan Erdoğan’ın “Aziz Yıldırım olgusu”na nasıl yaklaştığını merak ediyorduk.
Dikkat!
Yaklaşım tarzı belli olmuştur.
Dün UEFA Kongresi’nde yaptığı konuşmada Erdoğan, tavrını belli etti.
Dedi ki:
“Suçların şahsiliği ilkesi vardır”.
Bu sihirli cümlenin mesajı belli: “Fenerbahçe farklı, Aziz Yıldırım farklı... Aziz Yıldırım’ın işlediği iddia edilen suçlardan dolayı Fenerbahçe mahkûm edilemez.
Cezayı Aziz Yıldırım alır, Fenerbahçe almaz”.
Başbakan, bu yaklaşımıyla, “Aziz Başkan / yolun yolumuzdur” sloganları atan Fenerbahçelilere de bir mesaj veriyor:
“Aziz Yıldırım’a değil, Fenerbahçe’ye sahip çıkın”.
Bakalım Fenerbahçe’nin bu çağrıya yanıtı ne olacak.
BAŞBAKAN Erdoğan “Fenerbahçe” ile “Aziz Yıldırım”ı birbirinden ayırmaya çalışıyor.
Nafile bir çabadır bu...
“Fenerbahçe” ile “Aziz Yıldırım” birbirinden ayrılamaz.
* * *
- “Et” ile “tırnak” birbirinden nasıl ayrılamazsa...
- “AK Parti” ile “Tayyip Erdoğan” birbirinden nasıl ayrılamazsa...
- “Sarı” ile “lacivert” birbirinden nasıl ayrılamazsa...
- “Türkeş” ile “Ülkücülük” birbirinden nasıl ayrılamazsa...
- “Korkutma” ile “Özel Yetki” birbirinden nasıl ayrılamazsa...
- “Erbakan” ile “Milli Görüş” birbirinden nasıl ayrılamazsa...
- “Bahar” ile “heyecan” birbirinden nasıl ayrılamazsa...
- “Fethullah Gülen” ile “The Camia” birbirinden nasıl ayrılamazsa...
- “TEMA” ile “Hayrettin Karaca” birbirinden nasıl ayrılamazsa...
- “Sarı” ile “kırmızı” birbirinden nasıl ayrılamazsa...
- “Neşet Ertaş” ile “bozlak” birbirinden nasıl ayrılamazsa...
- “İhanet” ile “Gece” birbirinden nasıl ayrılamazsa...
Aziz Yıldırım ile Fenerbahçe de öyle ayrılamaz birbirinden...
FUTBOLA uzaktan bakan biri olarak Futbol Federasyonu Başkanı Yıldırım Demirören’in açıklamalarından benim anladığım şunlar:
- Futbolumuz temizdir.
- Sahaya yansımış şike yok.
- Şikenin teşebbüsüne bile rastlanmamıştır.
- Bahse ilişkin hiçbir unsur yok.
* * *
Bu açıklamaların ardından “deli sorular”ımız var:
- Madem sonuçta buraya gelecektiniz neden bizi şunca zamandır yordunuz?
- Madem sonuçta bunlar söylenecekti, Mehmet Ali Aydınlar’ın suçu neydi de hayatı kendisine zindan ettik?
- Sahaya yansımamış şike suç olmuyorsa, yapılmamış darbe nasıl suç oluyor?
- Sahaya yansımamış şikeden hiçbir takımın burnu bile kanamayacaksa, aylarca tutuklu bulunan Aziz Yıldırım’a yapılanlara ne denilecek?
- Madem sahaya yansımış bir şey yok neden Fenerbahçe’sinden Galatasaray’ına 16 takım disipline sevk ediliyor?
EĞER gücü elinde bulunduranlar...
- Fenerbahçe ile Aziz Yıldırım’ı ayrıştırmaya çalışıyorlarsa...
- “Takımınızı kurtarırız, yeter ki Aziz Yıldırım’ı unutun” diyorlarsa...
- İlkeyi “takımlar ayrı, yöneticileri ayrıdır” diye koyuyorlarsa...
- Aziz Yıldırım’ın yalnız bırakılmasını talep ediyorlarsa...
- Aziz Yıldırım ile Fenerbahçe arasına uçurumlar döşemeye kalkıyorlarsa...
Fenerbahçe camiası büyük bir sınavdadır.
Bu bir mertlik, vefa, vicdan, insanlık ve direnç sınavıdır.
Hakkını yemeyelim:
Fenerbahçe bu sınavı şu ana kadar başarıyla geçti.
Fakat gelin görün ki, gücü elinde bulunduranların bu konudaki atakları son günlerde hem arttı, hem de sofistike bir hâl aldı.
Yani Fenerbahçe daha da zorlu bir sınavda...
PROFESYONEL Futbol Disiplin Kurulu, bir Aziz Yıldırım kararı vermiş.
Demiş ki: “Ceza tayinine yer olmadığına...” Yani? “Suç yoktur” demiş.
Bazıları ateş püskürüyor:
“Bu bir Aziz Yıldırım’ı kurtarma operasyonudur.”
* * *
Ey ateş püskürenler!
Değil mi ki Aziz Yıldırım Silivri zindanındadır... Profesyonel ya da değil, yeryüzünün hangi disiplin kurulu, hangi aklama kararını alırsa alsın zerre kadar bir değeri ve anlamı yoktur. Bu nedenle...
Lütfen boşuna nefes tüketmeyin.
ŞÖYLE yapıyorlar:
Fenerbahçe taraftarının öfkesini Ergenekon’a bağlıyorlar.
“Aziz Yıldırım niye hapiste?” diye soranlara “şikeci” diyorlar.
Kürt sorununda aykırı laflar edenleri KCK iddianamelerine sokuyorlar.
Balyoz tutuklularının sorunlarına değinenleri “darbeci” ilan ediyorlar.
Süt olayına girenleri “sütü siyasete alet etmek” ile suçluyorlar.
Tutukluların sorunlarından söz edenleri “darbecilerin ekmeğine yağ sürmek” ile itham ediyorlar.
* * *
“Tek Parti” döneminin egemenleri işi hiç bilmiyorlarmış.
“Doğrudan susturmak” yerine bu tür “dolaylı susturma” işine girselerdi...
Hiç değilse yapıp ettiklerine “ileri demokrasi” falan derler, savunucuları da çok olurdu.
Ergun ile Cemaat
ERGUN Babahan, Fenerbahçe’nin başına gelenler ile “Cemaat” arasında bağlantı kuran bir isim.
Böyle düşünüyor.
Buna inanıyor.
Bu düşüncesini ve inancını maç gecesi, çok kaba, çok terbiyesiz bir şekilde ifade etti Twitter’da...
Sonra da özür diledi.
Neden özür diledi?
Kabalık yaptığı için mi, yoksa “Cemaat” ile Fenerbahçe’nin arasında bağlantı kurduğu için mi?
Bu tam olarak anlaşılamadı.
Eğer kabalık yaptığı için özür dilediyse sorun yok.
Ama eğer “bağlantı” kurduğu için özür dilediyse, işte o zaman sorun var.
* * *
Ben “Cemaat” ile “Fenerbahçe’nin başına gelenler” arasında bağlantı kuranlardan değilim.
Bunun hayli zorlama bir yorum olduğunu ve kanıtlanamaz olduğunu düşünüyorum. Bütün suçu “Cemaat”e yükleyenlerin, “başa gelenlerin tüm sorumluluğunu başı sonu belli olmayan bir yapıya hava ederek” kendilerini rahatlattıklarına inanıyorum.
Ama benim böyle düşünüyor olmam...
Bu “bağlantı” iddiasının dile getirilmesinin engellenmesine razı olacağım anlamına gelmez.
* * *
Burası özgür bir ülke...
Ya da şöyle söyleyeyim:
Eğer burası özgür bir ülke olacaksa...
Dileyen Fenerbahçe’nin başına gelenler ile “Cemaat” arasında bağ kurabilmeli...
Tabii kabalaşmadan, tabii terbiyesizleşmeden...
Eğer Ergun’un köşelerden ve ekranlardan uzaklaşması ya da uzaklaştırılması, kabalığına ya da terbiyesizliğine yönelik ise bir şey demem...
Ama eğer “Cemaat Fenerbahçe’yi ele geçirmek istiyor” tezine inandığı için bunlar başına geldiyse...
Burasının özgür bir ülke olması için aşılması gereken bir engelle daha karşı karşıya kaldığımızı söyleyebilirim.
GAZETECİLER ve Yazarlar Vakfı’ndan dostum Erkan Tufan Aytav aradı.
Dün yazdığım “Ergun ile Cemaat” başlıklı yazımın bir bölümüne itirazı olduğunu söyledi.
* * *
Dünkü yazıda şunu savunmuştum:
“Cemaat, Fenerbahçe’yi ele geçirmek istiyor” tezi, düşünce özgürlüğüne girer.
İsteyen bu tezi dile getirebilir.
Yeter ki hakaret etmesin, yeter ki kabalaşılmasın.
* * *
Erkan Tufan bu konuda farklı düşünüyor.
Diyor ki:
“Bu bir iftiradır. Bu bir suç isnadıdır... Yüz binlerce sempatizanı olan bir harekete iftira atmaktır. İftira ve suç isnadı düşünce özgürlüğüne girmez. Elinde kanıt, delil olan gider mahkemeye sunar... Ama elde hiçbir kanıt olmadan ‘Cemaat Fenerbahçe’yi ele geçirmek istiyor, polisleri ve savcıları yönlendiriyor’ denemez. Bunu özgürlük bağlamında değerlendiremeyiz.”
Kanaatim şu:
Erkan Tufan’ın bu yaklaşımı da yabana atılmamalı ve tartışılmalı.
“CEMAAT’in Fenerbahçe’yi ele geçirmek gibi bir amacı olduğuna inanmıyorum” diye yazmıştım.
Bir okurum itiraz etmiş.
Diyor ki:
“Fenerbahçe büyük bir güç... Taraftarı çok... Böyle bir gücü neden ele geçirmek istemesin ki?”
* * *
Cevap veriyorum:
Bazı şeyler ele geçirebilir.
Mesela: Bürokratik kademeler.
Mesela: Televizyon istasyonları...
Mesela: Yazarlar çizerler...
Mesela: Devlet daireleri...
Ancak Fenerbahçe çapında futbol takımları ele geçirilemez.
Bir kısım taraftarını kafalasan, bir kısmını kafalayamazsın.
Bir kısım yöneticisini ikna etsen, bir kısmı aykırılık yapar.
Hadi diyelim ki hepsini kafaladın, hepsini ikna ettin.
O zaman da “takım ruhunun dinamikleri”ne boyun eğmek durumunda kalırsın. “Takım ruhunun dinamikleri” ile “Cemaat ruhunun dinamikleri” ise ömür billah asla uzlaşamaz.
Yani...
Bu iş teknik olarak imkânsız...
(...)
Ali Şen’den klas çıkış
DEMİŞ ki:
Aziz Yıldırım’ın karşısına aday çıkması uygun değildir.
Aday olacaklarsa dört yıl önce çıksalardı, dört yıl önce Aziz Yıldırım dışarıdaydı.
İçeride olan birinin karşısına çıkmak doğru değil.
Seçimde Aziz Yıldırım’ın yanında olacağız.
* * *
Fırsatçılığın, durumdan yararlanmanın, düşenin üstünde tepinmenin, ganimetçiliğin, soysuzluğun, vurup da kaçmanın geçer akçe olduğu bir ortamda Ali Şen’in bu çıkışı...
İnsanlığa yeniden güven duymamızı sağlamıştır.
Kendisine teşekkür ediyoruz.
(...)
Sol Açık’tan Cemaat’e
GAZETECİLER ve Yazarlar Vakfı’ndan dostum Erkan Tufan Aytav’ın uyarısına dün yer vermiştim.
Şöyle diyordu:
“Cemaat’in Fenerbahçe’yi ele geçirmeye kalkıştığı iddiası, bir suç isnadıdır. Bir iftiradır. Elinde kanıtı olan gider mahkemeye... Elinde kanıt olmayan bu iddiayı dile getiriyorsa iftira atıyordur. İftira da düşünce özgürlüğüne girmez”.
* * *
Fenerbahçe’nin “Sol Açık” adlı taraftar grubundan bu uyarıya cevap geldi.
Şöyle diyorlar:
“Eğer iftira atmak, suç isnat etmek düşünce özgürlüğüne girmiyorsa, Cemaat’in yayın organlarında bizim için ortaya atılan ‘Bunlar Ergenekoncu’ ya da ‘Bunlar İşçi Partisi’ne bağlı’ türü iftiralar nereye giriyor? Ellerinde kanıt varsa, gitsinler mahkemeye... Neden iftira atıyorlar, suç isnat ediyorlar?”
* Diklenmeyip dik durarak…
* İçeride, dışarıdakinden bile daha etkili olmayı başararak…
* Milim geri adı atmayarak…
* Ödün vermeyerek…
* En az bir AK Partili kadar mağduriyetten beslenmeyi becererek…
* Kişisel tutukluluğunu, bütün bir Fenerbahçe camiasının tutukluluğu olarak algılatmayı başararak…
* Kendisini Fenerbahçe ile özdeş kılarak…
* Bırakıp gideceğine dair işaretler verip kurtulmaya çabalamayarak…
* Acındırmak yerine liderlik yaparak…
* Olayın üstüne üstüne gitmekten geri durmayarak.
* Gündemden hiç düşmemeyi başararak…
* Düşmanlarının kendisine karşı bilenme şiddetlerini artırmaktan çekinmeyerek…
Ey Fenerbahçeli kardeşim...
“Başkanım hapiste” diye, “takımıma haksızlık yapılıyor” diye, “3 Temmuz’dan beri ağır haksızlıklara maruz kalıyorum” diye öfkeleniyorsun.
Ve kendine bir “hedef” arıyorsun.
Soruyorum sana:
Bulunabilecek en ideal hedef “Cemaat” midir?
* * *
Bak işte!
Sen “Cemaat” dedikçe...
Cemaat mensupları da ayağa kalkıyorlar.
Diyorlar ki:
- Fenerbahçe’yi ele geçirip ne yapacağız?
- Ben de Fenerbahçeliyim, ben de takımıma üzülüyorum.
- Bizim Fenerbahçe’yi ele geçirmeye çalıştığımıza dair bir kanıtınız var mı?
- Polisin ve savcının sorumluluğunu bize neden yüklüyorsunuz?
- Biz neden polisin ve savcılığın uygulamalarının sorumlusu olalım ki?
- Aziz Yıldırım aleyhine yazıp çizen konuşan kişilerin hepsi cemaat mensubu mu?
- Aziz Yıldırım’ın dava açtığı gazetecilere bakın, kaçı cemaat’e yakın?
Fenerbahçeli kardeşim...
Eğer “olup bitenlerin sorumlusu cemaattir” diyorsan...
Bu sorulara tatmin edici cevaplar vermelisin.
* * *
Bu sorulara tatmin edici cevaplar verilemiyor.
İşte verilemediğinin kanıtı:
- Bakın efsanevi başkanınız Ali Şen, “Cemaat Fenerbahçe’yi ele geçirmek istiyor iddiasına beni asla inandıramazlar” diyor.
- Bakın Kadıköy’de yaşananların ardından polisin tutumunu sert bir şekilde eleştirmekten kaçınmayan Nihat Özdemir, “Fenerbahçe’nin şampiyonluğu için canı yürekten dua edenleri zan altında bırakmaya kimsenin hakkı yok” diyor.
- Bakın daha düne kadar asbaşkanınız olan Cihan Kamer, “Hocaefendi’yi ve hizmeti seven milyonlarca Fenerbahçeli var” diyor.
Uzatmayayım...
Dünkü Zaman gazetesine bir bakın, aynı renklere sevdalandığınız daha nice şahsiyetin benzer sözlerini okuyun.
Neden böyle konuşuyorlar, aynı davaya gönül veren bu insanlar.
Çünkü onlar da biliyorlar ki “Cemaat Fenerbahçe’yi ele geçiriyor” iddiası, kanıtlanabilir bir iddia değildir.
* * *
Fenerbahçeli kardeşim...
“Cemaat” iddiası, kanıtlanamaz bir iddiadır.
Bir adım daha ileri gidiyorum:
Bu iddia, doğru olsa bile kanıtlanamaz.
Teknik olarak imkânsızdır bu.
Çünkü “Cemaat” denilen yapı, başı sonu belli bir yapı değildir.
Biraz soyuttur.
Somut yapılar karşınızda öylece dururken soyut yapılarla uğraşmayı tercih ediyorsanız, işin kolayına kaçıyorsunuz demektir.
Mücadele, kurum ve kuruluşlara karşı yapılır.
Başı sonu pek de belirli olmayan ve bu açıdan “soyut kaçan” bir yapıyla mücadele edilmez, edilemez.
* * *
Fenerbahçeli kardeşim...
Bırakın artık “Cemaat” demeyi...
- “İddianame”de haksızlık yapılmışsa tepkinizi iddianameye yöneltin...
- Somut bir mağduriyet varsa, somut bir mağdur eden vardır...
Kimse mağdur eden, ona çıkışın...
- Polisin tutumundan memnun değilseniz, polisin başındaki kişiyi protesto edin...
- Savcının tutumundan memnun değilseniz, tepkinizi Adalet Bakanı’na yöneltin...
- Başkanınızın tutukluluğundan memnun değilseniz, “Başkanımız serbest kalsın” diye bağırın.
Bunları bir yapmanız, bin kere “Cemaat” diye haykırmanızdan daha hayırlı olacaktır. Yoksa...
Kulübünüzün ileri gelenleri Zaman gazetesine “Cemaat”i devreden çıkaran demeçler verince, “Peki bize bu haksızlıkları kim yaptı, kim yapıyor?” diye şaşkınlığa ve kararsızlığa düşersiniz.
“FENERBAHÇELİLERE açık mektup” başlıklı bir yazı yazdım dün.
Dedim ki:
“Bırakın ‘Cemaat’ demeyi... Olup bitenlerin arkasında ‘Cemaat’ olsa bile bunu kanıtlayamazsınız. Haksızlığa uğradığınızı düşünüyorsanız konunun gerçek muhataplarıyla uğraşın. Kendinize hayali muhataplar edinmeyin.”
Mektubuma gelen cevapların kahir ekseriyetinde...
“Hayır, kardeşim... Biz ille de ‘Cemaat’ diyeceğiz” havası vardı.
Mektubuma cevap veren Fenerbahçeliler!
Anlaşıldı.
Konunun gerçek muhataplarıyla yüzleşmek yerine, hayali muhatapla savaşmak istiyorsunuz.
Zaten başkanınız Aziz Yıldırım da aynı taktiği uyguluyor:
Bir yandan “Cemaat”i ima ederek hayali muhatapla savaşıyormuş izlenimi veriyor, bir yandan da hükümete yakın isimleri listesine doldurarak gerçek muhatapla arayı iyi tutmaya çalışıyor.
Sizin de taktiğiniz buysa...
Buyurun, hayrını görün.
SORU: Cemaat’in Fenerbahçe’yi ele geçirmek istemesinin en büyük kanıtı, 3 Temmuz’dan beri Cemaat’e ait yayın organlarında yazılıp çizilenler değil midir?
CEVAP: 3 Temmuz’dan beri Türk medyasında yazılıp çizilenler ve söylenenlerle ilgili olarak Aziz Yıldırım’ın kimlerden yasal olarak şikâyetçi olduğu açıklandı. Buna göre Zaman gazetesinden bir tane bile şikâyet yok. Eğer Zaman gazetesi, 3 Temmuz’dan beri Aziz Yıldırım hakkında yalan yanlış haber yapıyor ise Aziz Yıldırım neden Zaman’ı mahkemeye vermedi?
* * *
SORU: Cemaat’e yakın gazetecilerin 3 Temmuz’dan itibaren birdenbire Fenerbahçe hakkında yazıp çizmeleri konusunda ne diyeceksiniz? Bu da mı kanıt değil?
CEVAP: Diyelim ki: Cemaat’e yakın tüm gazeteciler sabah akşam Fenerbahçe ile ilgili yazıp çiziyorlar. Bu neyi değiştirir ki? Ortada bir haksızlık varsa, haksızlığı yapan adres bellidir. Haksızlığı yapan adres bir tarafa bırakılıp, haksızlığı teşvik ettikleri düşünülen kişilerle mi uğraşılacak?
* * *
SORU: Fenerbahçe’ye operasyon yapan polis ve savcıların “Cemaat”e yakın oldukları kesin değil mi? Siz daha ne konuşuyorsunuz?
CEVAP: Kesin değildir. İsterseniz bir deneme yapalım: Hadi çıkıp da kamu önünde “şu savcı Cemaat’e yakındır” ya da “şu polis Cemaat’çidir” deyin... Ne olur? Ne olacak? Mahkemeye verilirsiniz ve sizden iddianızı kanıtlamanız istenir. Ortaya tek bir kanıt bile sunamazsınız. Öylece kalakalırsınız... O halde soruyorum: Sonunda öylece kalakalacağınız besbelli bir iddianın peşinden ne diye gidiyorsunuz? Bu sizin ne işinize yarayacak?
* * *
SORU: Neden Cemaat’i aklamaya çalışıyorsunuz? Yoksa size bu konuda “Cemaat” görev mi verdi?
CEVAP: Bana kimse görev veremez. “Cemaat”i de aklamaya çalışmıyorum. Benim tezim şu: Olup bitenler gerçekten “Cemaat”in işi olsa bile bunu kanıtlayamazsınız. O halde neden perde önündeki sorumlular ortadayken, perdenin arkasında sorumlu aransın ki? Aziz Yıldırım’ın neden bu zamana kadar tutuklu kaldığının hesabını mı sormak istiyorsunuz? Buyurun sorun, adres bellidir. Fenerbahçe’ye iftira atıldığını mı düşünüyorsunuz? Onun da adresi bellidir... İddianame’ye mi öfkelisiniz? Onun da adresi bellidir. Mücadelenizi gerçek hedeflere karşı yürütürseniz sonuç alırsınız... Hatta şunu da söyleyebilirim: Bütün dikkatinizi ve enerjinizi gerçek hedeflere ve perde önüne yöneltirseniz, varsa eğer perde arkasındakiler de bundan nasibini alırlar.
* * *
SORU: Cemaat’in Fenerbahçe’yi ele geçirme çabası neden teknik olarak kanıtlanamaz?
CEVAP: Kanıtlanamaz çünkü “Cemaat üyeliği” diye bir şey yok... Bir “genel merkez” yok... Bir “yönetim kurulu” yok... Bir “kartvizit” yok... Bu bir “gönüllüler hareketi” ve gönüllülük esas... İşte bu nedenle “Cemaat” dediğinizde “belirsiz bir yapı”dan söz etmiş oluyorsunuz... Böyle bir yapıyla uğraşmak nafiledir, gereksizdir, sonuçsuzdur. Çünkü bu yapının başı ve sonu belirsizdir. Bu ülke parlamenter demokrasiyle yönetiliyor. Ülkede sorumluluk alan kişiler bellidir. Hükümet vardır, başı sonu belirlidir. Yani mis gibi bir adres var elde...
* * *
SORU: Siz “Cemaat” yerine “hükümet”i mi hedef gösteriyorsunuz?
CEVAP: Bir hedef göstermiyorum. Ben sadece ülkeyi kimin yönettiğini vurgulamak istiyorum. İsterse “Cemaat” denilen bir yapı, ülkeyi yönetenlerin açtıkları alanı doldurarak etkinlik kazanmış olsun... İsterse “Cemaat”, hükümetten aldığı cesaretle bazı işlere kalkışıyor olsun... Bunun sorumlusu “boşluğu dolduran” mıdır, yoksa boşluğu açan mı? Bunun sorumlusu “cesaret veren” midir, yoksa “cesaret bulan” mı? Bakın, Başbakan ne dedi? “Cemaat camide olur” dedi ve iddiaları yalanladı... Yani şunu demek istedi: “Cemaat falan yok, ben varım”. Eh madem öyle, o zaman “Aziz Yıldırım neden hâlâ içeride” sorusunun da muhatabı Başbakan değil midir? “İlle de cemaat” diye tutturmak, hakiki muhatabı ıskalamak anlamına gelmiyor mu?
CNN Türk’te Tarafsız Bölge’de önceki akşam “Hükümet neden Özel Yetkili Mahkemeler’in yetkilerini kısıtlamak istiyor?” sorusuna yanıt aradık.
Programı açarken “olası nedenler” üzerinde durdum ve şu üç nedeni saydım:
BİR: Ergenekon, Balyoz gibi davalarda ortaya çıkan şikâyetleri ve hak ihlali yakınmalarını gidermek...
İKİ: KCK tutuklamalarının kapsamının olağanüstü genişlemesini durdurmak...
ÜÇ: Özel Yetkili Mahkemeler’in hükümeti de tehdit eder hale gelmesinin önüne geçmek.
Tarafsız Bölge’ye katılan konuklar, bu üç nedene başka nedenler de ekleyerek katıldılar tartışmaya...
Zihin açıcı vurgular yaptılar.
* * *
Biz Tarafsız Bölge’de konuyu tartışırken Başbakan Erdoğan da bir başka kanalda gazetecilerin sorularına cevaplıyordu.
O programda konu bir ara “Özel Yetkili Mahkemeler” meselesine gelmiş.
Tarafsız Bölge Program Koordinatörü Mine Özbek, canlı yayında kulağımdaki cihaz aracılığıyla Başbakan’ın açıklamalarını aktardı. Başbakan’ın cümleleri şunlardı:
- MİT olayında çizmeyi iyice aşan bir adım attılar.
- Bana bağlı olan müsteşarımı alırsanız ben durmam, alacaksanız beni alın.
- Haddinden fazla yetkileri var. Bu durum devlet içinde devlet anlayışını doğuruyor.
- Cumhurbaşkanı dâhil herkesi buraya çağırırım anlayışını doğuruyor.
Başbakan’ın bu açıklamaları Tarafsız Bölge’de yaptığımız tartışmayı bitirecek netlikteydi.
Çünkü Başbakan, bu açıklamalarıyla “Diğer nedenleri bir tarafa bırakın. Mesele bu mahkemelerin hükümeti bile tehdit edecek noktaya gelmesidir. Devlet içinde devlet olmaya çalışmasıdır. Bunun önüne geçeceğiz. Asıl neden budur” demek istiyordu.
* * *
Özel Yetkili Mahkemeler” ile “hükümet” arasındaki çekişmenin bir tarihi var.
Duraklar şunlar:
- ŞİKE DAVASI: Hükümet “Şike”de cezaların düşürülmesini sağlamaya çalışırken Özel Yetkili Mahkemeler buna karşı hamleler yaptı.
- MİT KRİZİ: Özel Yetkili Mahkemeler, Başbakan tarafından görevlendirilen MİT yetkililerini soruşturmak istedi.
- BAŞBUĞ OLAYI: Hükümet Başbuğ’un “Yüce Divan”da yargılanması gerektiği görüşüne yakınken Özel Yetkili Mahkemeler Başbuğ’u tutuklamayı tercih etti.
Başbakan Erdoğan, bu üç olayı da kendi egemenlik alanına açık bir saldırı olarak gördü.
Yapılacak düzenlemeyle, bu saldırının dayanaklarını ortadan kaldırmaya çalışıyor.
Olay budur.
* * *
Peki ya “Cemaat”?
O bu işin neresinde...
Şurasında:
Açılıyor “Cemaat Medyası”nın yayın organları...
Ve şu görülüyor:
Ne zaman “hükümet” ile “Özel Yetkili Mahkemeler” karşı karşıya gelse...
“Cemaat Medyası”, her defasında Özel Yetkili Mahkemeler’i canhıraş bir şekilde savunuyor ve hükümeti de kıyasıya eleştiriyor.
“Cemaat”in işin içine girmesinin tek somut ve elle tutulur kanıtı bu...
Eğer bunu “yeterli kanıt” olarak görüyorsak olaya “Cemaat–hükümet kapışmasında son raunt” diyebiliriz.
- Aziz Yıldırım adalet arar, Ünal Aysal “sarışın, yakışıklı, güçlü, Avrupalı bir forvet” arar...
- Aziz Yıldırım seksi savunmalar yapar, Ünal Aysal takımının seksi olduğunu iddia eder.
- Aziz Yıldırım’da mahpushane dinamizmi vardır, Ünal Aysal’da mavi yolculuk dinamizmi...
- Aziz Yıldırım duruşma salonunda gol atar, Ünal Aysal TV konuşmalarında frikik verir.
- Aziz Yıldırım Cüppeli ile bile kafa yapar, Ünal Aysal kendi taraftarlarına bile kafa yaptırır.
- Aziz Yıldırım sokaktır, Ünal Aysel cadde...
AZİZ Yıldırım’ı tahliye ettiler.
Tahliye ederken de bastılar hapis cezasını...
Verdikleri hapis cezasını tutukluluğa saydılar.
Ya da...
Tutuklulukta geçen günleri hapis cezasına saydılar.
Böylece...
Gelen gideni götürmüş oldu.
* * *
Ben hayatımda bu kadar eyyamcı, bu kadar idareci, bu kadar kurnazca bir karar görmedim.
Neden mi?
Anlatayım:
* * *
Mahkemeden “hem tahliye, hem de beraat” kararı çıksaydı, ne olurdu?
Ortalık karışır, düzen bozulurdu.
Şunlar olurdu:
- Aziz Yıldırım’a “o zaman beni niye aylardır mahpus ettiniz?” deme hakkı doğardı.
- Aziz Yıldırım ve arkadaşları, hapiste geçirdikleri ayların hesabını sorma hakkını elde ederlerdi.
- AİHM falan Türkiye’ye keserdi cezayı...
- Aziz Yıldırım’a hapiste geçirdiği her gün için bir bedel ödenmesi gerekirdi.
- “Yüce Türk Adaleti” mahcubiyet içinde kıvranmak zorunda kalırdı.
“Hem tahliye, hem hapis cezası” kararı, işte bu türden arızaları “şak” diye ortadan kaldıran süper kurnazca bir karardır.
* * *
Bu kararla dört kuş birden vurulmuştur:
BİR: Tahliye ile Aziz Yıldırım “yaşasın tahliye oldum” diye sevindirilmiştir.
İKİ: Hapis cezası ile Aziz Yıldırım’da “iyi de ben neden aylarca tutuklu kaldım” sorusunu soracak derman bırakılmamıştır.
ÜÇ: Fenerbahçelilere “başkanınız tahliye oldu, daha ne istiyorsunuz?” denilmiştir.
DÖRT: Fenerbahçe karşıtlarına “hapis cezasıyla Fenerbahçe’nin şikeci olduğunu tescil ettik, daha ne istiyorsunuz?” denilmiştir.
* * *
Sonuç?
Sonuç şudur:
“Yüce Türk Adaleti”nin adil olup olmadığı tartışılır ama kurnaz olduğu asla tartışılmaz.
ŞUYDU istenen:
- Gücüne güç katmış Aziz Yıldırım adlı odağı budamak, etkisizleştirmek ve mümkünse ortadan kaldırmak.
- Diş geçirilemeyen bir Aziz Yıldırım’ın elinden Fenerbahçe gibi muazzam bir yapıyı kıvırıp almak...
- İdeolojik olarak eğilmediğine dair işaretler veren Aziz Yıldırım’ı harcamak.
- Her alanda olduğu gibi futbol denilen büyük alanda da hercümerç yaratmak...
- “NATO”, “müteahhit”, “paşalar” gibi sözcükler üzerinden Aziz Yıldırım’ı harcamak...
- Fenerbahçe’yi “iktidarına saygılı / cemaatine sevgili” ılımlı bir yapı haline getirmek...
Fakat hesap hatası yaptılar.
Tam üç adet hesap hatası:
BİR: HSYK’da, YÖK’te, poliste, adliyede, bürokraside tereyağından kıl çeker gibi süzülenler, bu olayda “futbol dini”, “taraftarlık ülküsü”, “takım ruhu” gibi hiç bilmedikleri ve zerre kadar çakmadıkları kavramlara tosladılar.
İKİ: Aziz Yıldırım’ın ellerini ovuşturup “ben ettim siz etmeyin, beni bırakın, alın takımın anahtarlarını, bir daha Fenerbahçe’nin önünden geçersem ne olayım” falan diye ağlayıp sızlayacağını zannettiler.
ÜÇ: Taraftarıyla, idarecisiyle, futbolcusuyla tüm bir Fenerbahçe camiasının, “Aziz Başkan şike yapmış, bu bizi bağlamaz, çeksin cezasını, biz kendi yolumuza gideriz, durmak yok yola devam” diyeceğini düşündüler.
Üçünde de yanıldılar.
Üçünde de umdukları gibi olmadı.
Üçünde de hesapları tersine çevrildi.
* * *
Ne oldu peki?
Şu üç şey oldu:
BİR: Her kuşun etinin yenmeyeceğini anladılar.
İKİ: Eskisinden daha güçlü bir Aziz Yıldırım olgusuyla karşı karşıya kaldılar.
ÜÇ: Aziz Yıldırım’ın yanında eskisine göre daha fazla kenetlenmiş bir Fenerbahçe camiası buldular.
* * *
Kıssadan hisse:
Dinamiklerinden hiç çakmadığın sosyal vakalar üzerine mühendislik yapmaya kalkışmayacaksın.
Kalkışırsan işte böyle eline ayağına dolaşır.
DÜN kaleme aldığım “Aziz Yıldırım Olayı: Neydi istenen, ne oldu?” başlıklı yazıma çok sayıda övgü aldığım gibi çok sayıda tepki de aldım.
Övgüleri geçiyorum, tepkilerin hesabını veriyorum:
* * *
- TEPKİ: Ortada kapı gibi mahkeme kararı var. Mahkeme kararının üzerine söz söylenir mi?
- CEVAP: Mahkeme kararlarına uymak başka bir şeydir, mahkeme kararlarına karşı çıkmak başka... Uyduğumuz karara karşı çıkmak anamızın ak sütü gibi helaldir.
* * *
- TEPKİ: Sen değil miydin “Cemaat Fenerbahçe’yi ele geçirmiyor” diyen. Ne oldu da şimdi böyle yazıyorsun?
- CEVAP: Benim söylediğim şuydu: “Cemaat Fenerbahçe’yi ele geçirmeye çalışıyorsa bile bu kanıtlanamaz, kanıtlanamayacak bir ithamın peşinden gitmek faydasızdır”. Hâlâ böyle düşünüyorum. Ama şunu da düşünüyorum: Fenerbahçe, Aziz Yıldırım’dan arındırılmak istendi. Oyunlar oynandı. Oyunu oynayanın kim olduğu önemli değil... Önemli olan Aziz Yıldırım ve Fenerbahçe taraftarının buna karşı direnmesi...
* * *
- TEPKİ: Senin “Aziz Yıldırım direniş sergiledi” diye yazdığın gün Aziz Yıldırım, Ertuğrul Özkök’ün yazdıklarını tekzip etti... “Ben kimsenin adını vermedim” dedi... Buna ne diyeceksin?
- CEVAP: Benim Aziz Yıldırım üzerine söylediklerimin Özkök’ün yazdıklarıyla bir ilgisi yoktu. Ben Aziz Yıldırım’ın direnişini şöyle tanımlıyorum: Hapse düşmesine rağmen Fenerbahçe’den vazgeçmemek... “Alın takımın anahtarını, ben yokum, beni bırakın” dememek...
AZİZ Yıldırım’dan...
- Cemaat’e karşı tek başına savaşan bir şahin çıkmaz.
- 10 yıllık AK Parti hükümetini devirecek bir hareket çıkmaz.
- Muhalefetin yapamadığını yapacak bir birikim çıkmaz.
- Fidel’i andırır ama bir Fidel çıkmaz.
- Stat örgütlenmeleriyle ortalığı hercümerç edecek bir anarşist çıkmaz.
- “Bildiri” çıkmaz, “alternatif model” çıkmaz, “ideoloji” çıkmaz.
* * *
Peki Aziz Yıldırım’dan ne çıktı?
Şunlar çıktı:
- Koca koca paşaların bile ağlaşmaktan başka yapacak bir şey bulamadıkları bir dönemde dik duruş çıktı.
- Herkesin anahtarları teslim edip “bana elleşmeyin yeter” dediği bir dönemde anahtarları teslim etmeyen bir kararlılık çıktı.
- En kötü günlerinde on binleri bir araya getirebilen müthiş bir heyecan dalgası çıktı.
- “Futbol imanı” adını verebileceğimiz güçlü inancın nelere kadir olduğuna dair muazzam dersler çıktı.
- Başa gelen türlü belalar karşısında yılgınlığa kapılmama duygusu çıktı.
Eh bunlar da hiç azımsanacak şeyler değildir.
* * *
Sözün özü şudur:
Aziz Yıldırım abartılırsa ortaya “gülünç” şeyler çıkar.
Her şey yerli yerine konulursa...
Ortaya örnek alınacak bir “mücadele azmi” çıkar.
Kıvamı kaçırmak ve beklentiyi arttırmak suretiyle adamı maskaraya çevirmeye çalışanlara önemle duyurulur.
“Hiç kimse Fenerbahçe’den büyük değildir.”
İmza: Aziz Yıldırım
* * *
“Hiç kimse Fenerbahçe’den büyük değildir. Aziz Yıldırım hariç.”
İmza: Alex.
Çetin biri olduğunu kanıtlamanın rahatlığı
Aziz Yıldırım
O artık sınanmış ve sınamış bir kahraman pozisyonda... Kendisi çetin sınavlardan geçti, etrafındakileri de çetin sınavlardan geçirdi. Şimdi bu büyük deneyim çerçevesinden bakıyor hayata, yaptığı işe, camiasına... Ama değişmeyen bir şey var: Elektrik yaratma kapasitesi... O hep üst noktadaydı. Hapisten önce de, hapiste de, hapisten sonra da... Sadece elektrik yaratma biçiminde bir değişim oldu: Hapisten önce pervasız, hapiste destansı, hapisten sonraysa aşırı duygusal...
Neden Cüppeli Ahmet Hoca’yı uslandıran mahpushane Aziz Yıldırım’ı uslandırmamıştır?
- AZİZ YILDIRIM: Başbakan Erdoğan’dan bile daha fazla polemiğe, Başbakan Erdoğan’dan bile daha elektriğe, Başbakan Erdoğan’dan bile daha fazla tartışmaya yol açmazsa ben bu işi bırakırım.
Şu altı kişiyi çıkar, konuşacak konu kalmaz
- AZİZ YILDIRIM: Hapisten önce gündemdi... Hapiste gündemin şahı oldu... Hapisten çıktı gündemin şahbazı oldu... Onsuz konu biter, onsuz vakit geçmez.
- Aziz Yıldırım, yeni yılda gündem yaratma konusunda Başbakan Erdoğan’la yarışsın ki konuşacak konusuz kalmayalım.
Yılın en süper dostluğu
Cüppeli Hoca - Aziz Yıldırım
Mahpushane dedikleri yer işte böyle bir yerdir: Normalde hayat boyu yolları kesişmeyecek kişileri buluşturur, buluşturmakla kalmaz ‘dost’ kılar. Aziz Yıldırım ile Cüppeli Ahmet Hoca dostluğu böyle başladı... İkisi de hapisten çıktı ama dostluklarının popülaritesi sürüyor.
Aziz Yıldırım’ın yeni yılda çıkaracağı arıza sayısı iki haneli rakamlara ulaşacak mı?
- YILDIRIM: Daha düne kadar “yoluna can kurban” denilen Aziz Yıldırım’ın şimdi istifası isteniyormuş... Nankörlük her yerde var ama futbolda biraz fazla var galiba...
- MAĞDURİYETTEN yükseldi, kibirden düşüyor.
- Süper transferlerle yükseldi, berbat transferlerle düşüyor.
- Galibiyetlerle yükseldi, mağlubiyetlerle düşüyor.
- Susarak yükseldi, konuşarak düşüyor.
- Takım iyiyken diktatörlüğüyle yükseldi, takım kötü olunca diktatörlüğüyle düşüyor.
- Parayı bastırarak yükseldi, “Parayla pulla olmaz bu işler” diyerek düşüyor.
- Recep Tayyip Erdoğan taktikleriyle yükseldi, Kemal Kılıçdaroğlu taktikleriyle düşüyor.
- Alex’le yükseldi, Aykut Kocaman’la düşüyor.
Kimse böyle parlamamıştı
Aziz Yıldırım
Hapse girdi ve yıldızını parlattı. Hiçbir yıldız o kadar parlamamıştı. Fakat sonra şu üç şey oldu: Eski kibirli günlerine döndü, yoldaşlık hukukunu zedeleyici şeyler yaptı, başarılı transferlere imza atmadı. Sonuç? Homurdanmalar...
YILDIZI: Parıltının ardından sönme...
- AZİZ Yıldırım’ın Şenes Erzik’le bir toplantıda yan yana gelmemek için sarf ettiği çabayı anlayışla karşıladım. Çünkü bazen ben de bazı tiplerle yan yana gelmemek için akla karayı seçiyorum.
Her şey biter, Aziz Yıldırım’ın azmi bitmez.
- HERKESTE bir Aziz Yıldırım bıkkınlığı oluştu galiba...
- Mağduriyetten beslenmesinden herkes sıkıldı galiba...
- “Tek adam” yönetimine artık yeter deniyor galiba...
-Hep kendisini haklı göstermesine artık kimse dayanamıyor galiba...
- Sürekli omuzlarda taşınmak istenmiyor galiba...
TRABZONSPOR Başkanı İsmail Hacıosmanoğlu, “Şike davası” bağlamında Trabzon’a haksızlık yapıldığını söylüyor ve ardından da CHP’ye yükleniyor.
Neymiş CHP’nin suçu?
Fenerbahçe ve Beşiktaş’a sahip çıkmak ama Trabzonspor’a sahip çıkmamak...
İyi de Başbakan Erdoğan da “yöneticiler ceza almalı, kurumlar almamalı” diyerek benzer bir sahiplenişe imza atmadı mı?
CHP’yle yekten yüklenen Trabzonspor’un başındaki isim, nedense hükümete toz kondurmuyor.
“Ne iş” bile demeye gerek duymuyor ve geçiyorum.
*
Trabzonspor benim takımımdır.
Periferide kalmış olmaktan kaynaklanan bir ton haksızlığa maruz kalmıştır, kalmaktadır.
Dışlanmıştır, ötekileştirilmiştir, küçümsenmiştir, sesini duyuramamıştır.
Başka takımların fanatikleri pışpışlanırken Trabzonspor’un fanatikleri yerin dibine batırılmıştır.
Söz konusu Trabzonspor olduğunda alabildiğine genellemeler yapılabilmekte, bunda da hiçbir beis görülmemektedir.
*
Fakat bakıyoruz, Trabzonspor’un başındaki isim, bu haksızlığı da gayet sakil bir şekilde ifade etmeyi tercih ediyor.
“Bize üvey evlat muamelesi yapamazsınız” diyeceğine...
“Ne yani? Biz Rum takımı mıyız, Ermeni takımı mıyız?” diyor.
Sanki “Rum takımı” olsa, “Ermeni takımı” olsa...
Haksızlığa uğramayı, üvey evlat muameleyi görmeyi hak etmiş olacak.
Dışlaya dışlaya memleketimizde az sayıda bıraktığımız kalan son Rum ve Ermeni vatandaşlarımızı fena halde rencide ediyor.
Bir haksızlığa isyan ederken başka bir haksızlığa imza atıyor.
*
Kim ne derse desin!
Bu tutum, Trabzon’a ve Trabzonspor’a hiç mi hiç yakışmıyor.
TRABZONSPOR Başkanı İbrahim Hacıosmanoğlu’nu eleştiren bir yazı yazmıştım.
Kendisiyle bir telefon görüşmesi yaptım.
Söyledikleri şunlar:
*
-Benim partiyle, siyasetle alakam yok. Milliyetçi muhafazakâr biriyim ben. Başbakan’ın yaptığı işleri beğenirim.
-Başbakan “Kurumlar ile kişiler ayrılsın” diyor. Başbakanımız akıllı adamdır. Kurumlar ile kişilerin ayrılmayacağını bilir. Başbakanımız onu siyaseten söylüyor.
-CHP ile MHP’nin tutumu ise daha farklı... Bu iki partinin liderleri UEFA’ya “Siz nasıl böyle karar verirsiniz” diyorlar. Kılıçdaroğlu “Türkiye’deki mahkemeler bağımsız karar veremez” diyor.
-Bir tarafta Türk futbolunun ırzına geçmiş bir adam var ve bunlar tutmuşlar “Sen nasıl Aziz Yıldırım’a ceza verirsin” diyorlar, Aziz Yıldırım’ı savunuyorlar. “Kurumlar ayrı, kişiler ayrı” bile demiyorlar.
-Yaptığım açıklamada “biz Ermeni, Rum, Yahudi takımı mıyız?” dedim... Kastım içimizde yaşayan Ermeni, Rum ve Yahudi vatandaşlarımızı üzmek değildi. Benim de Ermeni, Rum arkadaşlarım var.
-Benim o sözleri söylemekteki amacım siyasi partilerin Trabzonspor’a yabancı futbol takımı muamelesi yapmalarına tepki göstermekti. Keşke “Biz Fransız takımı mıyız, İspanyol takımı mıyız” diye sorsaydım, amacımı daha iyi ifade etmiş olurdum.
- AZİZ Yıldırım’ın, “mahpusluk arkadaşı” Cübbeli Hoca’yı unutmamasını, ziyaretine gitmesini çok takdir ediyorum.
FENERBAHÇE Cumhuriyeti’nin bir Aziz Yıldırım sorunu var.
Ne yapılacağı bilinemiyor.
Aziz Yıldırım’a yüz çevrilse...
“Büyük başkan”a ayıp olacak.
Aziz Yıldırım’a sahip çıkmaya devam edilse...
Koca Fenerbahçe’nin Aziz Yıldırım’la birlikte ayağının kayma tehlikesi belirecek.
*
İnsan içinden geçiriyor:
Keşke Fenerbahçe’de de “başbakanlık” dışında bir “cumhurbaşkanlığı” kategorisi olsa...
Ve o seçenek devreye sokulsa...
Böylece mesele tatlı bir şekilde halledilse...
HER defasında ama her defasında...
-“Biz sandıktan çıktık, biz oy aldık, biz tercih edildik” diyenler...
-Neredeyse
“sandıktan çıkmak”
dışında hiçbir meşruiyet alanına kapı aralamayanlar...
-“Sandıktan çıkana saygı göstereceksin” cümlesini dillerinden düşürmeyenler...
Aziz Yıldırım’ın Fenerbahçe delegelerinin oylarıyla sandıktan çıkması karşısında öyle bir tahammülsüzlük gösteriyorlar ki...
Sormayın gitsin.
*
Kısacası durum şudur:
Kendileri sandıktan çıkınca pek hoş, pek güzel, pek şeker...
Aziz Bey sandıktan çıkınca “auuuu”.
SENİN
elinde iki günde iki bin polisi hallaç pamuğu gibi dağıtacak güç var mı?
Yok.
*
Senin elinde Yargıtay’ı Fenerbahçe Yönetim Kurulu’nda görev yapan zatlardan
birine bağlayacak kudret var mı?
Yok.
*
Senin elinde Yargıtay’dan çıkan onama kararını “yok hükmünde” durumuna
düşürecek bir kamuoyu oluşturma gücü var mı?
Yok.
*
Senin elinde “işte bunlar hep paralellerin işi” dediğin andan itibaren sesine
ses katacak 7 gazete, 12 televizyon ve en az 48 köşe yazarı var mı?
Yok.
*
Senin elinde “şike var mı yok mu, buna ancak sandık karar verir” deme imkânı
var mı?
Yok.
*
Senin bir Bekir Bozdağ’ın var mı?
Yok.
*
Senin tayin çıkarma, savcının yanına savcı ekleme, telefon dinleme, istihbarat
oyunları oynama, kara propaganda yapma araçların var mı?
Yok.
*
Yok... Yok... Yok...
Ama sen yine de dik dur, eğilme Aziz Yıldırım.
Çünkü...
Senin dik durup eğilmemen, elinde bin türlü imkânı olan kudretli şahısların dik
durup eğilmemesine benzemez.
Senin tek bir dik duruşun, her türlü etki, yetki ve garantiye sahip olanların
bin tane dik duruşundan bile daha değerli, daha sağlamdır.
*
Dik dur eğilme!
Vicdanlılar seninle!