27 Temmuz 2013 Cumartesi

Türk Futbolunda Mafya var mı? (TBMM Araştırma Komisyonu Raporu)

TBMM Araştırma Komisyonu, Türk futbolunda mafya sorununu da inceledi.

Görüşlerine başvurulan isimler çok ilginç yorumlar yapmışlar.

Özellikle Ergun Gürsoy, İsmail Uyanık ve Celal Doğan'ın söylediklerine dikkat edin!

"6. Spora Kural Dışı Müdahaleler

Erman TOROĞLU (Eski hakem)
 Bakın, bunun cevabını en başta verdim. Türkiye’de her yerde mafya var, sporda niye olmasın. Sporda epey para var ya, nasıl olmaz mafya. Paranın olduğu yerde mafya vardır. Bu, eşyanın tabiatına aykırıdır.
Federasyon Başkanlığı seçimlerinde mafya liderlerinin adamları, Genel Kurul salonlarına kadar geldiler, otellere kadar geldiler. Devletten de kimse kardeş burada ne geziyorsun demedi...

Ahmet ÇAKAR (Eski hakem)
1998’e kadar, yaklaşık sekiz, on yıl Türkiye’nin en zor şampiyonluğa yönelik maçlarını ben yönettim. O zaman da Türkiye’de mafya vardı. Bana bir Allah’ın kulu, bir mafya lideri veya onun adına herhangi biri bu maç şöyle bitsin, böyle bitsin demedi. Her türlü mukaddesatım üzerine burada yemin ediyorum. Ben 1998’de hakemliği bıraktım. Mafya Türk futbolunun neresinde derseniz, birebir şahit olduğum olayı söylüyorum. Ben, kurulduğundan beri Futbol Federasyonu delegesiyim. Dünya kupası filan da yönettiğim için de ölene kadar delegeyim, eksik olmayın, kanunla koymuşsunuz. 1997 federasyon seçimlerinde, ben, Ankara Sheraton Otelinde, mafya gruplarının, gencecik çocukların silahla katlarda dolaştığını, bizlere silah gösterdiklerini birebir yaşadım; duydum demiyorum, yaşadım. Yani, 20-25 yaşlarında çocuklar, maksimum 30 yaşlarında çocuklar, biri sapsarı, mavi gözlü bir çocuk, bir tanesi esmer, siyah bir çocuk... Hani, Karadeniz mafyası ile doğu mafyası gibi. Yani, onlar belli oluyor. Kim kimin adamı olduğu belli olacak kadar mizahî bir durum. Bir kısmının belinde silah görüyorum, bir kısmı bana silah gösteriyor. O zaman daha deliydim, sen ne yapıyorsun, silah gösteriyorsun dedim. Yanında daha tecrübeli bir ağabeyi onu aldı, götürdü. Alışık değiliz böyle silah işlerine filan. O zaman zaten, 1997-1998’den itibaren bu federasyon seçimlerinde, mafyanın bu işin içine birebir girdiğini... Bakın, esasında birebir girmedi, birebir girdirildi, çekildi. Onlardan yardım istendiğini düşünüyorum. Yani, Sheraton Otelinde bütün başkan adayları...Türk Futbolunda kirlilik vardır. Az öncede dediniz dünya futbolu UEFA Türk Futboluna güvenmiyor. Ben buna bire bir şahidim. Hakemlik yaptığım yıllarda UEFA Hakem Komitesi Türkiye’ye gönderdiği hakemlerde çok seçici davranırdı. Çünkü Türkiye’de bir takım gelen yabancı hakemler, uluslar arası maçlarda etki etmek istediklerini haber almışlardı, bilgileri vardı. Onun için belki bir Kolombiya Ligi değil ama, Avrupa’da futbolla mafyanın iç içe girdiği 5 Lig sayın derseniz, Avrupa Futbolunda kafa adamlarına Rusya’yı, Türkiye’yi Yunanistan’ı sayabilirler.
1997’de de şöyle oldu: Bir maçta bir grup yayın için kapışıyorlardı hatırladığım kadarıyla. Dolayısıyla, bir televizyon grubu bir başkan adayını destekledi, bir başka televizyon grubu bir başka başkan adayını destekledi, otomatikman mafya da bu işe bulaştı. Böyle, gayet sıhhi olmayan, sapık bir tablo ortaya çıktı. Ondan sonraki seçimlerde ben fazla oy kullanmadım; çünkü, gelmedim Ankara’ya. Ama, bilirim ki, her federasyon seçimlerinde, özellikle 1997’den sonra, mafya elemanlarının bu işe seçim kanalıyla bulaştıklarını veya bulaştırıldıklarını, talep üzerine geldiklerini biliyorum, duydum. 1997 seçimlerinde ben birebir çocukları gördüm, silahlı şekilde Sheraton Otelinde cirit atıyorlardı. Siz deyin 50 kişi, ben deyim 100 kişi dolaşıyorlardı içeride ve kimse de, onlara, kardeşim sen nasıl girdin, buraya silahla nasıl girersin diyemedi. Nasıl otel yönetimidir bu?!
Çok önemli bir şey söyleyeyim; Haluk Ulusoy’un hakkını yemeyelim. Çok önemli bir şey söylemek istiyorum, bu Türk basınında yanlış speküle edildi. Herkes diyor ya, Haluk Ulusoy’u mafya seçti diye, yanlış, tam tersi, Haluk Ulusoy mafyaya karşı seçildi. Mafya başka bir grubu desteklerken, helal olsun, Haluk’u çok eleştiren bir adamım, o konuda hakkını vereyim Haluk’a. Haluk, mafyada silahlı adamlara karşı 1997’de girdi ve seçildi. Haluk mafyaya karşı seçildi, Haluk’u mafya seçmedi, tam tersi. Bu çok önemli. Haluk’un hakkını yemeyelim. Haluk’a ben çok vurdum, televizyonda çok eleştirdim; ama, bu konuda hakkını yemeyelim.
Yayın ihalesinde mafya vardı derseniz, ben evet demem. Yayın ihalesinde bir kere 1997’de iki yayıncı kuruluşun iki farklı başkan adayını desteklediklerini biliyorum; ama, yayıncı kuruluşlar mafyaları buraya kanalize ettiler derseniz, hayır diyorum.
Söylüyorum zaten, Avrupa’nın ve dünyanın Türk liglerine bakış açısı, Avrupa’nın kirli 5 liginden biridir...Çok daha acısı, Sayın Başkanım az önce söylediler, Şekip Mosturoğlu, ikinci adam bugün, Kolombiya ligi gibi. İşte, Kolombiya’yı biliyorsunuz, mafyanın, uyuşturucunun kol gezdiği bir devlet. Öyle bakması gibi, bana göre çok acı bir itiraftır bunu. Bunu dünya biliyor.
Fevzi Bir’in yargılanması bitti. Ali Fevzi Bir dosyasını ben iyi bilirim; çünkü, o dosya ilk olarak Star’a, bize geldi. Ali Fevzi Bir ile siz arkadaş olsanız, siz nasılsın Ali deseniz, siz o anki dinleme anında yakalanıp, isminiz bir milletvekili olarak böyle bir kirli ilişkiler yumağında çıkacak. Aydın Torunoğlu ile Ali Fevzi Bir’in dostluktan başka hiçbir ilişkisi yoktur. Ali Fevzi Bir futbolda tahmin edildiği kadar kirli işlere girmiş bir adam değildir. Zaten onu delirten o. Kumarcıymış, dışarıda her türlü... Susurluk’muş, onu bilmem. Beni ilgilendirmiyor Susurluk var mı yok mu. Futbolda sanıldığı kadar... Yani, 2 tane hakem arkadaşına bir otelde bir bayan arkadaş göndermesi ki, şu anda mahkemede suç unsuru olarak tek o bulunuyor, suçsa suç. Kimseyi filan korumuyorum. Ama, Aydın Torunoğlu derseniz, benim ona kanaatim pozitiftir, negatif bir kanaatim yoktur.
Hayır, polise de söyledim; çünkü, ben arabadan tam inerken şöyle yandan ateş etti bana, bir metre mesafeden; bir an göz göze geldik. Zaten o sırada ilk kurşunu belime yemiştim, sonra iki tane de karnıma yedim, ben çöktüm. Bir an baktım; yani, 25 yaşlarında, azıcık alnı geniş, temiz yüzlü. Görgü şahidi orada bir komşu kadın falan var “böyle akça pakça bir oğlandı” diyor. Yani, ben, polise de söyledim, ben, sana eşkal tarif edemem, net görmedim. Ha, sen bana getirirsen “bu adam mıydı” dersen, belki bana çok tanıdık geldi diyebilirim dedim; ama, ben, net görmedim adamı; yani, yandan aldım kurşunu.
Hayır efendim; ben vurulduktan sonra üç tane yazılı ifade verdim. Biri vurulduktan iki saat veya üç saat sonra, biri üç gün sonra, biri de onbeş gün sonra.
Yazılı ifade verdim, bir imza attım; ama, polise, polis memurlarına...
Hayır, ben hiç daha hayatımda bu olayla ilgili savcıdan bir davet almadığım gibi, sayın savcının karşısına da çıkmadım.
Bakın, Sayın Vekilim, benim bildiklerimi anlatıyorum. Vurulduktan iki saat sonra cinayet masasından bir başkomisere ifade verdim. Vurulduktan üç gün sonra, yine, cinayet masasından iki tane memur geldi, yazılı ifademi aldılar. Bir de, vurulduktan onbeş gün sonra, evimde, nekahat dönemimde, bir emniyet müdür muavini –Soyadı Ceren, Tayfur Erdal Ceren; yani, Cerrah Beyin sağ kolu, asayişten sorumlu- bir iki komiser, bir de yazıcı memur ifademi aldılar, o kadar. İki defa da, bana, emniyet müdürlüğünde aynanın arkasında adamlar gösterdiler bu mu diye; o kadar, bütün yaşadığım bu, başka hiçbir davet falan almadım savcılıktan.
Vallahi, ben, hayatım boyunca namuslu yaşamış bir vatandaş olarak, Türk polisini, bana yapılan saldırıda “bildiği halde yakalamıyor” demek, bana yakışmaz, Türk polisine de böyle bir suçlama yapmayı kendime uygun görmem. Niye; ben hayatım boyunca, bakın, yani, namuslu yaşamaya çalışan insan, herkes hata yapar da...”

Sabri ÇELİK (Eski MHK Başkanı)
Türkiye Spor Yazarları Derneği mensubu önünde çok açık ve net olarak söyledim. Orada söylediğim kelimelerden bir tanesi de şuydu: Yarasa ışıktan, mafya da açıklıktan hoşlanmaz dedim. Ben bu sözlerimin hep arkasındayım.
Sizin söylediklerinize tamamen katılıyorum. Konuşmama başlarken de söyledim. Teşvik priminde, şikede, dopingde hepsi var dedim. Mafya da işin içinde dedim. En son söylediklerinize yine katılıyorum. Ligin sonuna doğru bunlar artacaktır. Bunların yakalanma olayı, tabiî ki, devletimize düşüyor. Eğer bir ispatı varsa bunun ancak ve ancak devlet gücü çözebilir diye düşünüyorum. Bunu kişiler nasıl çözsünler? Bir şike yapılacaksa, bir teklif yapıldıysa bu teklifi yapanın da, alanın da söylemesi lazım. Bunu söylemedikten sonra kimsenin bir şey yapması mümkün değil. Teşvik primini verenin de, alanın da söylemesi lazım. Bunun günü gününe olması lazım. Bir hafta sonra söyledikten sonra bunun kıymeti yok...”

Hıncal ULUÇ ( Gazeteci-Yazar)
Bu konudaki ihbarlar, olaylar Devlet Güvenlik Mahkemesine ulaştı. Devlet Güvenlik Mahkemesi soruşturma açtı. Devlet Güvenlik Mahkemesi başsavcısı benim çok yakın ahbabım, sık sık konuşuyoruz. Bana söylediği şu oldu aylar sonra: Hıncal, yapılacak hiçbir şey yok; çünkü, hiç kimse hiçbir şey konuşmuyor.
Düşünebiliyor musunuz ki, Devlet Güvenlik Mahkemesine dahi güvenip, insanlar, bildiklerini açıklayamadılar. Neden; çünkü, işin içinde mafya var. Mafyanın olması demek, yarın ne olacağın belli değil demek. Mafyanın vurduğu adamlardan biri olarak karşınızda oturuyorum. Mafyanın saldırdığı, yumrukladığı, dövdüğü adamlardan biri olarak oturuyorum karşınızda...”

Yıldırım DEMİRÖREN (BJK Başkanı)
Şimdi, sporun içinde mafyanın olması için mafyanın gelip birebir bir hareket yapması lazım; ama, kulüplerin genel kurul üyelerine bakarsanız bu kişiler vardır, o farklı bir şey. Bunlar büyük kulüplerde olmaz; yani, diğer kulüpleri bilmiyorum; ama, büyük kulübe gelip de kimse oyuncuyu veya başkanı veya yönetim kurulunu mafya tarifiyle tehdit etme veya yönlendirme...”

Haluk ULUSOY (Eski TFF Başkanı)
Ben görevi aldım, Genel Kurula götürdüm ve Başkan oldum; kendim istemedim ve o günkü kaoslu dönemi. Allah’a şükürler olsun, bertaraf ettim, havuz sistemini olduğu gibi oturttum; baskılar olmadı mı oldu, tehditler olmadı mı oldu;
İnsanlar çok çabuk unuttu her şeyi. Ben seçime girdim; Sheretonda, affedersiniz, insanlar tuvalete bile gidemiyordu; o günleri çok çabuk unuttular; tek başıma, Allah’a sığınarak Shereton lobisinde koltukta oturdum sabahın 04.00’lerine kadar; yüreğimi ortaya koydum. Bana seçimden bir gün evvel telefon açtılar, “seni öldürecekler sakın bu seçime girme” diye; “futbol uğruna öleceksem öleceğim; ben bir karar verdim, geri dönüşü yok” dedim ve seçime girdim. O günkü Shereton’un lobisini o gün orada yaşayan insanlar çok iyi biliyor.
Kurban kesmeye gittiğimizde, bir şeyler için kurban kestiğimizi yazıp çizecekler, bu, çok doğal. Ama, bilmiyorlar ki, ben yıllardır yüzlerce veyahut yüzlerce olmasa da 20, 30, 40 kurban kestirdiğimi de herhalde kimse bilmiyor. Onu da kimler için kestirdim, bir araştırsalar da, ben de bilsem kimler için kestirdiğimi. Nerelerde kestirdiğimi, nerelere verildiğini, bunu da araştırmaları lazım tabii ki, yani, sadece o yıl, o çok kaoslu dönemde, hep bir şeyler aranıyor. Ben şunu söylemiştim: Allahım ben bu koltuğa oturdum, şu havuz olayını yüzümün akıyla geçtiğimde yüzlerce kurban keseceğim. Bu Allah ile benim aramda olan bir şeydi. Bunu hiç açıklamadım. Benim cumhuriyet savcılığına verdiğim tutanaklarda da var bu. Ben kimse için kurban kestirmedim. Bir adaktı bu. Allahım dedim, herkes birer birer gidiyor, beni burada başarılı kıl. Şu havuz işini alnımın akıyla geçeyim, yüzlerce kurban keseceğim dedim. Bu, suç muydu?! Ben her sene 40, 50, 100 kurban kestiriyorum, oraya buraya bilmem... Bunların açıklanması yanlış, çünkü, yani, Müslüman insanın yaptığı iyilikleri açıklaması çok kötü bir şey. Gidip onu araştırsınlar, ben 8 senedir kurban kesiyorum. Gidip onları da araştırsınlar, belki onları da birileri için kestiriyorumdur...”

Hadi TÜRKMEN (Gazeteci)
“Haluk Bey -amcasının Ticaret Odası eski meclis başkanvekiliymiş İstanbul’un; beraber, dostumdur rahmetli Cemal Ulusoy- amcasıyla olan yakınlığımızdan da dem vurarak “ağabey bana yardımcı olmaz mısın” dedi. Ben de, kendisine, yardımcı olurum, ama, ne yapmamı istiyorsun dediğimde “ben, bu seçimlerde aday olmak istiyorum, adaylığıma destek olur musun?” Çünkü, kendisinin boşalttığı başkanvekilliğine de ikinci bir başkanvekili seçilmesi gerekirdi; yani, iki kişilik bir seçim yapılacaktı. Ben de kendisine dedim ki, bu sizin ve şahsının veya ailenin bir seçimi. ….Ben de onore oldum, teşekkür ederim; ama, böyle bir şeyi kabul edebilmem için benim de sormam gereken eşlerim, dostlarım var; onlarla istişare edip, sana cevap verebilirim dedim. Sonra da, bir tesadüf, Donanma Kamil eski millî futbolcularımızdan vefat etmişti, Ataköy camiinde onun cenazesine gittiğimde, Fenerbahçenin o zamanki kulüp başkanı Sayın Ali Şen de Vefa Küçük, Orhan Keçeli gibi arkadaşlarımız, Şadan Kalkavan, onlar da camideydiler. Mevzuyu duymuşlar, görüşmüşler. Haluk Bey, bu arada Başkan Ali Şen Beyle de görüşmüş, o da çok memnun olduğunu ifade etmiş. Neyse, sonuçta, Ali Şen Bey, beni kutladı, tebrik etti. Ben de dedim ki, bir şeye daha karar vermedim; sizinle de görüşeceğim. O da dedi ki, cenazeden sonra gidip buluşalım. Benim de o gün Süleyman Seba Beyle bir randevum vardı. Bu nedenden ötürü ertesi gün kendisiyle konuştum. ….Ertesi gün, Ali Şen Beye gittiğimde, Ali Şen Başkanın, bir gün evvelki düşüncesini değiştirdiğini gördüm ve “böyle bir pis işe girme “dedi bana. Daha girdiğim yok; ama, niye dedim; işte, birtakım olaylar olacak, şu olacak bu olacak dedi. Kimden dedim; Mustafa Kefeli kaynaklı olduğunu söyledi. …Ankara’da Haluk Beyi bulduk. Haluk Beye durumu anlattı. O da dedi ki: ”Başkan, ben artık yola çıktım” O da “sen bilirsin, ben sana bunları söyleyeyim” dedi. Onun üzerine, ben, Ali Şen Beyden telefonu rica ettim, aldım; Haluk Beye dedim ki; kardeşim, sen bana bir teklifte bulunmuştun. Ben de sana konuşacağım dostlarım var demiştim. Madem Ali Başkan bunları söyledi, sen bir tehdit altındasın, Türk futbolu tehdit altında; o zaman, benim gibi adama seni yalnız bırakmak düşmez. Ben teklifi o zaman kabul ediyorum ve seninle birlikte 1 oy alsak da seçime gireceğiz dedim ve bu şekilde 22 Aralık 1997 senesinde yapılmış olan genel kurulda beraber aday olduk. Bu adaylık sürecinin önünde Haluk Beyin babası Saffet Bey pek bu işe razı değildi. Amcası, küçük amcası Yılmaz Ulusoy, o futbolun içinden gelmesinden dolayı, bu işin olmasını arzu ediyordu ve Haluk Beyi, o günkü deyimle bana emanet ettiler, böyle bir konuda yardımcı olmam ve onu muhafaza edip korumam anlamında.
Sonuçta, o gün genel kurul Ankara’da yapılıyor. Shareton Otelinde çalışmalar, kulisler yapılıyor. Kulislerde, otelde sayın milletvekillerimiz, sayın bakanlarımız kendilerine göre bir adayı destekliyorlar. Adaylar Sayın Kefeli, Sayın Ulusoy ve Sayın Alp Yalman. Alp Yalman hatta Küba’daydı, gece saat 12’den sonra geldi; yani, iddialı bir aday olmak ötesinde, kerhen birtakım prensiplerden dolayı adaylığı kabul etmiş veya aday olmayı kafasına koymuş bir aday şeklindeydi. Onun dışındaki adaylar da otelde kendi kulis faaliyetlerini yürütüyorlardı.
Aldığımız bilgilere göre, pek o dünyadaki insanlarla ilişkim olmadığı için bilmiyorum; ama, o günkü şartlara göre yeraltı dünyasının önemli isimleri otelde üslenmişler. ….Hiç kimse de bir şey demedi; ama, salona o gün delege olmayanların dışında kimseyi almadılar; çünkü, daha evvelki kongrelerde delege olmayanların baskısı ve presiyle farklı genel kurul başkanı, divan başkanı seçiminde etkiler olmuştu. Bu seferde olmadı; ama, duyduğumuz bilgiler doğruysa, o gün, o sabah veya o akşam otelin içinde, otelin dışında ve kongre salonu önüne ciplerle gelen birtakım insanlar, o yeraltı dünyasındakilerin salona sokulmadığı konusunda gelen beyanlar oldu.
Sayın Alp Yalman 5 oy aldı, Haluk Ulusoy 134 oy aldı, Mustafa Kefeli de 50 oy aldı. Onun başkanvekili adayı da Nail Keçeli’ydi. Kongre bitti. Kongre bittikten sonra, faaliyetler başladı. Yaklaşık -tarih yanlışlığı yapabilirim- bir ay veya bir ay on gün gibi bir süreç sonunda başkanvekillerimizden Sayın Mete Kılıç istifa etti. İstifasının nedenini, yani, şu ana kadar ciddî bir şekilde ortaya koymuş vaziyette değil. Ondan evvel Özkan Olcay Bey, o da kısa bir süre görev üstlendi, o da istifa etti. İstifa ettiği dönemde sadece tehdit aldığını ifade etmesine rağmen pek ilgi gösterilmediği için de kendisinin bu söyledikleri orada kaldı. Kendisi de ondan sonrasında zaten beyanatlarında bu konuyu pek dile getirdiği yoktur. Orası muallakta kalmış bir sayfa olarak kaldı.
Futbol Federasyonu faaliyetleri içinde en çok o dönemde problem çekilen hadise yayın meselesidir. Yayın meselesinde, yayın ihalesine, Şenes Erzik zamanında yapılan ihaleye bir tek firma katılmış; o da Erol Aksoy’un sahibi olduğu Cine 5 televizyonu tarafından ihale alınmış. Biz de, sadece, bu ihalenin şartlarını almış olan firmaya karşı edimlerimizi yerine getirmiş bir federasyonduk; ama, bu arada, özellikle Beşiktaş ve Galatasaray Kulübünün bunun dışında bir yayın kuruluşuyla anlaşmak isteği ve o yayın kuruluşundan, o zamanki rakamlar doğruysa, 9 milyar dolar bir para almış...
Aziz Yılmaz. Vakıfta görüştüm kendisiyle. Dedi ki: “Senin Alaattin Çakıcı’yla ne gibi bir sorunun var?” Dedim, hiçbir sorunum yok, tanımam etmem, işle ilgili bir sorunum yok, ahlakî bir meselem yok, başka bir konumuz yok. Dedi ki: “Böyle böyle, senin Federasyondan bir hafta içinde ayrılmanı istiyor.” Niçin, gerekçesi neymiş? Vallahi bilmiyorum falan dedi. Onun üzerine, ben dedim ki, gerekçesi olmayan bir şeyden dolayı, Federasyonla ilgili bir şeyse, onu bilmem lazım dedim. Neticede, o da bana -eski Beşiktaşlılardan Coşkun vardır-. bir Coşkunla konuşsan gibi bir laf etti. Sonra, ben, bu durumu, tabiî ki, Federasyonla ilgili bir yaptırım konusu geldiği için, Sayın Başkan Haluk Ulusoy’a bilgi verdim. O da şaşırdı, garipsedi, Ergun Gürsoy’u aradı. Ergun Gürsoy da “ben de böyle bir şey duydum, sorarım, bilgi alırım” dedi. Neyse, sonuçta, Ergun Bey geriye dönmedi.
Ayın 9’unda da Paris’te FİFA kongresi vardı. FIFA Kongresine Türkiye’yi temsilen Selami Özdemir’i alarak ben gittim. FIFA Kongresini yaptık. Dünya Kupası 98 Paris, Fransa’daki kupa vardı. Haluk Bey, bu kupaya gelmek istemedi. Beraber gidecektik, programını iptal etti. Benimle seyahat etmek istemedi nedense. Sonra Almanya üzerinden Fransa’ya geldi, ama, bu arada günde 20 defa tehdit telefonları bana devam ediyor işte, istifa etmemle ilgili. Alaattin Çakıcı menşeli ifadelerle.
Federasyondan ayrılmadığım takdirde, işte çoluk çocuğumu, seni öldüreceğim vesaire gibi şeyler. Bunlar zaten, DGM İstanbul 2000-2003 sayılı dosyasında hepsi bunların var...”

Ecevit KILIÇ (Gazeteci)
Bizim futbol tarihimiz mafya ile birebir ilintili, çok denk gelişiyor. Son on yıllık, yirmi yıllık değil futbolla mafyanın iç içe olması. Ta 1900’lü yılların başına kadar dayanıyor. 1900’lü yılların başında kabadayıların, günümüz mafya temsilcilerinin ilk hali kabadayılardı. Bunlar genellikle halkın sevdiği, saydığı bir nevi Robin Hood tarzı kişilerdi. Daha çok fuhuştan, kumarhaneden kazandığı paraların bir kısmını halka dağıtırlardı. Bir nebze saygı görmek için, sevilmek için. Bu sırada çay bahçeleri dediğimiz yerler ise, daha çok kulüp başkanlarının elindeydi, kulüp başkanları ise daha çok işte mahallenin en zengin esnafı oluyordu. Bu kabadayıların dağıttığı paydan kulüpler de nasibini alırdı. Kulüplerin bütün ihtiyaçlarını kabadayılar karşılardı. Bir süre sonra bu çay bahçeleri, o dönemin tek zulası oldu, uyuşturucu için, aranan adamlar için, iş arayan adamlar için. Daha çok kaçakçılığın merkezi haline geldi çay bahçeleri. Bu dönemde kabadayılar buraları alma gereği duydu. Çay bahçelerini ele geçirirsek, uyuşturucuyu rahat sağlayabiliriz, kumar oynatabiliriz, adamlarımızı saklayabiliriz, iyi bir zula haline getirebiliriz diye düşündüler. Bunun da tek yolu futbol kulüplerini ele geçirmekti. Semt kulüplerini ele geçirerek başladılar. Futbolun buraya bulaşması 1900’lü yılların başına kadar dayanıyor. Peşi sıra 1950’li yıllarda ise, liberalizmin gelişmesiyle birlikte, bu kabadayı figüranı değişti. Yerli babalar gelişti, mafya liderleri artık kabuk değiştirdi. Eskisi gibi kendilerini gizleme gereği duymadılar, imaj peşinde oldular. Baba filmi vardı, TRT’de bir dönem reyting rekorları kırmıştı. Mario Puzo’nun aynı romanından etkilenmişti. Bu romanda betimlenen yer altı dünyasını yaşamaya başladılar. İşte devlet yetkilileriyle rahat iletişim kurabildiler, spor dünyasıyla rahat iletişim kurabildiler, bu noktada artık çay bahçelerine artık ihtiyaçları kalmadı bu adamların. Ne yaptılar rahat rahat gezinmeye başladılar. Adamlarını 5 yıldızlı otellerde sakladılar. Büyük depolar kiraladılar, uyuşturucu için, silah için. Bu noktada futboldan ellerini çektiler, bir önceki kabadayıların aksine. Ama, bu kez futbol kulüpleri maddi sıkıntı çekmeye başlayınca, mafya liderlerine kendileri gittiler. Yani, baba dediğimiz figüranlara gittiler. Bunların birçoğu da kendi memleket takımlarının başına geldiler. Mesela, o dönem kabadayılarından iki örnek verirsek, Dündar Kılıç, Sarıyersporun başkanlığını yaptı, bizzat kulübün daveti üzerine gitti. Tek amaç, kulübe para girsin. Zaten, yeteri kadar açıklayıcı bir örnek. İkincisi, o dönemin uyuşturucu kaçakçılarından Behçet Cantürk, kendi memleketinin Licesporun başkanlığını yaptı, ama, aktif bir başkanlık değildi, sadece para akışı için yapılan bir şeydi.
İşte, ardından bu imaj, büyük bir endüstri haline geldi. Somut örnekleri bu dönemde, Malatyaspor bunun en büyük örneği. Nurettin Güven, Malatyaspor Başkanlığı yaptı. Metin Çağlayan Malatyaspor Başkanlığı yaptı, Turan Çevik, bunlar hepsi, özellikle, Turan Çevik Türkiye’nin en büyük hayali ihracatçısı. İkinci Türk Escobar’ı deniyor ona. Dünyanın en büyük hayali ihracatçısı. Malatyaspora büyük futbolcular getirdi, o dönemde, Brezilya Milli Takımından Carlos gibi ünlü isimleri getirdi.
Yani, bu hem Ali Fevzi Bir dosyasında hem Kelebek dosyasında -dediğiniz gibi- ortaya çıktı. Şunu net söylüyorum: Bahis olayında da direkt aynı isimler var, dediğimiz mafya liderleri var. Başka isimler tarafından değil, bu iş de gene aynı mafya liderleri tarafından idare ediliyor...

Tuncay ÖZKAN (Gazeteci)
Komisyonun kuruluş gerekçesindekilerin tamamı vardır; ama, bunlar, sadece mafyayı tanımlamakla ya da mafyanın yerini göstermekle çözümlenecek şeyler değildir. Türkiye’de mafya olgusun tanımlarken, bizde mafya üzerine çalışma yapanlar veya dışarıdan bakanlar daha çok İtalyan mafyasını tanımlarlar. Orada mafya çok köklü bir direniş örgütünden yola çıkmıştır, sonra, iktidarın alternatifi, zaman zaman da iktidarın yerini alabilecek düzeyde etkin olmuştur. Bizdeki mafya olgusu, iktidarların, daha doğrusu Türkiye’yi yönetenlerin birlikte hareket etmek istedikleri bir olgudur. Mafya, merkezde paydaş, taşrada güç sahiplerinin sopasıdır. Sopası olduğu için de, spor kulüplerine gider bakarsınız, bunları görürsünüz. Örneğin spor kulüplerinde bir koltukta emniyet müdürü, bir koltukta mafya babası, bir koltukta şirket sahibi hep beraber otururlar, siyasetçi, bürokrat...
Mafyanın iki tane şeye ihtiyacı vardır. Biri illegal yoldan elde ettiği karaparayı çevirmek. İkincisi de, legalizasyon, yani, kendine kimlik kartı elde etmek. Bu her ikisi... Türkiye’de spor pastası bu sene zannediyorum 500 milyon dolar falan. Bu pasta büyük bir pasta. Bu pastanın içinden pay almak, bu pastanın içerisinde yer almak önemli bir şey.
Bir de buraya girdiğiniz zaman, bir mafya üyesi olarak bunun içinde yer aldığınızda, dışarıdan elde ettiğiniz karaparayı, haraç, çek-senet tahsilatı, adam öldürme ve diğer yollarla, uyuşturucu kaçakçılığı, kadın ticareti gibi yollarla elde ettiğiniz parayı burada rahat saklayabiliyorsunuz, legalize edebiliyorsunuz..
Ekipler oluşmuş, o çıkar ilişkisi, aynen o mafyayla bütünleşen çıkar ilişkisi medyayla da bütünleşmiş. Medya bunun uzağında değil. Spor medyası bu tuzağın içine düşmüş...

Ergün GÜRSOY (GS Asbaşkanı)
Bizimle bir alakası yok. Yalnız ben size şunu söyleyeyim. Ben, onsekiz yirmi seneden beri İstanbul’da Trabzonluların dernek başkanlığını yapıyorum. Alaattin Çakıcı, benim köylümdür. Ben, bütün Karadenizli, Trabzonluların, kabadayısının da, hâkiminin de, rektörünün de, doktorunun da başkanıyım; yani, şu anda benim yönetimimde iki rektör var; Kemal Alemdaroğlu ile Gülsün Hanım, Teknik Üniversite Rektörü. İkisi de emekli oldu, ayrıldı; ama, bunlar faal zamanlarında benim yönetim kurulumda idiler. Bizde, memleketimizden gelen hastaydı, öğrenciydi, kim gelirse gelsin, hapisten yeni çıkmış, hapse yeni girmiş, hapisteyken bizi aradıkları zaman, biz hepsiyle görüşürüz. Ben, başkan olarak, o yörenin adamı benim için ne yaparsa yapsın insan olarak düşünürüm. Beni aradığı zaman da cevap veririm, konuşurum. Bunu da açık açık söylemem de bir mahzur görmüyorum. O benim yöremin bir insanı, komşum. Dolayısıyla, beni aramıştır, konuşmuştur; ama, bizim Galatasarayın hiçbir işine, hiçbir mafya karışmışlığı yoktur, olmamıştır. Bizim de ne üyemizdir ne bir şeyimizdir. Galatasaray sempatizanı olduğu söyleniyor; onu bir şey diyemem. Bilmem sizi tatmin etti mi?..

Adil SERDAR SAÇAN (Eski İstanbul Emniyet Müdürlüğü Şube Müdürü)
“Başka türlü mafya oluşumundan söz edemezsiniz efendim. Kulüp başkanları gidip yurtdışında mafya üyelerini ziyaret etme gereği duyuyor; yani, olmadık işler Türkiye’de oluyor; ama, bunların çözüme kavuşabilmesi için, mafyayla mücadele edebilmek için temel unsur, şu milletin üzerindeki korkuyu atıp şikâyetçi yapabilmek; ama, hiç kimseyi şikâyetçi yapamıyoruz, hiç kimseyi konuşturamıyoruz.
Mafyanın omerta kuralı vardır efendim İtalya’da, suskunluk yasası. Omerta kuralı Türkiye’de sonuna kadar işleyen bir kural. Biliyorsunuz, daha geçen sene Beyoğlu’nda bir çocuğu öldürdüler, 600 kişilik bir yerde, boynundan keserek öldürdüler bir barda, bir tane görgü tanığı çıkmadı. Omerta kuralı budur. Futbolda da omerta kuralı uygulanıyor.
Mesela, en önemli olaylardan birisi, şu eski hakemin vurulması olayı..
Evet, olay çözülemedi. O olay çözüldüğü takdirde...
Üst mafya grubuyla alakalı bir olay o. Yani, mafyanın Türkiye’de bir ayakçı, tetikçi grubu vardır; bir de perde arkasındaki grubu vardır.
Hakem bunlara vurdu televizyonda, bunlara bayağı bir sert çıktı, ondan sonra vuruldu. Şimdi, orada, tipik bir mafya eylemi. Çiçekle gidiliyor ve vuruluyor adam. Buradaki mesaj şudur mafya işinden anlayanlar için; nezaket sınırlarını aştın kardeşim, seni uyarıyoruzdur. Burada o mesaj verilmiştir. Yoksa çiçeği kamufle için bekletmiş falan, yok öyle bir şey. Türk mafyasının tarzında çiçekle bekleyip kamufle olmak diye bir şey yoktur; çünkü, sokakta çiçekle bekleyen erkek, Türkiye’de, her zaman, ne oluyor, bu adam kimdir diye bakılan adamdır...”

İsmail UYANIK (Samsunspor Başkanı)
Dönem dönem bunlar hamleler yapıyorlar Türkiye’deki gidişata göre. Devletin, hükümetin bu insanlara ne kadar yol verip, vermemesine.... Genel alanda gerek iş hayatında, gerek gece hayatında; böyle belirli grafikler var. Dönem dönem baktığımız zaman birinci lig kulüplerimizin yönetim kurulu listelerinde başkanlıklarda as başkanlıklarda adı mafya liderlikleriyle aynı aileden olan, soyadda olan birçok insanı görebiliyoruz çok açık bir şekilde. Futbol çok ciddî bir enstrüman, güç enstrümanı, kudret enstrümanı, para da dönüyor. Paranın ötesinde, kudret, güçlü olmak, popüler olmak. Dolayısıyla mafyanın da bu türlü hamleleri olabilir; ama, bu o kadar öyle kimseyi korkutucu filan boyutta olmamalı. Herkes birtakım şeylerin arkasında işte biz mafyadan korktuk, bıraktık. Biz mafyadan korktuk, federasyon başkanlığını üç ay sonra bıraktık. Madem korkacaktın niye çıktın oraya? Madem yüzme bilmiyordun, niye ağaca çıktın yani; ne işin vardı orada? Seni kimse zorla hakem yapmadı, zorla federasyon başkanı yapmadı, madem korktun... O zaman sen, normal bir ticaret hayatında bile insanlar bir araya gelmek için bir sürü gerektiği zaman birilerinin ayağına basıyorsunuz ve onlara karşı sağlam durmak zorundasınız. Sokakta da mafya var, değnekçiler mafyası da var. Türkiye’de yaşıyoruz yani. Türkiye’de bir yerlere geldiğiniz zaman ilk defa ayı keşfetmiş gibi, aaa bunlar vardı ben burada durmuyorum, gidiyorum diyemezsiniz. Bunu şunun için söylüyorum, burada bizden evvel ifade veren, iki aylığına, üç aylığına federasyon yönetmiş insanlar var. Onlara atıfta bulunmak için söylüyorum. Mafya girmek ister; ama, mafyanın girmek istemesi sizin de aman biz ailemiz var, çoluk çocuğumuz var deyip, buyurun geçin demenizi gerektirmez anlamında söylüyorum efendim...”

Celal DOĞAN (Gaziantepspor Başkanı)
Hiç görmedim. Bakın, mafya dediğiniz nedir; Türkiye’de yazılıyor, işte Eyüp Sultan’da koyun kesmiş. Biz o kongrede buradaydık, ben buradaydım. Devletin emniyeti filan da oradaydı. Güzel de tertip etmişler, birtakım adamlar da teyit ediyor filan. Ne bize soran oldu. Biz de gittik, o adamın tam tersi oy kullandık. Şenes Erzik bizim iki oyumuzla kazandı Kemal Zorlu’nun karşısında...” 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder